Her geçen gün gerçekliğini kaybediyor hüzne sığdırdığım
küfürler… Küçük bir Frida yaşıyor
gözlerimde… İçimden soğuk nehirler geçiyor… Çevrede uçuşan hayaller tutsak
ediyor hasta bilincimi… Tanrı beni duyamayacak kadar yükseklerde, hayat ise bir
erk biçimi…
Zaman ve mekân mefhumu siliniyor git gide, iki düşünce
arasındaki kanyon oluyorum... Bazen de çürüyen bir ağacın muğlak kökleri… Hayatın
yorgun çığlıklarını dinlemek umutsuz bir kapana dönüşüyor varoluş mucizesi
içinde…
Büyüttüğüm bir bitkidir artık ölüm, susuz yalnızlık gibi
sarar gövdemizi… Yalnızlık reddidir
birazda… Rutin, dingin kişisel bir
uçurum oluverir, baştan yazar Tanrı oyunu…
Getirir insan kendi suretini gözünün önüne, başlar sonra
gökyüzünden beslenmeye… Çalışır
kazanmaya inişten önceki mükemmeliyeti… Bilgi ırmağının kenarında heba olur zaman...
Sıkıştıramaz kimseyi doğru zamanın içindeki bir dilimin içine…
Her şey vakti geldiğinde olur, tek kutsal “korkudur” der ve
üfler muhteşem neyzen batın efendi…
Ve…
Birkaç hakikat kalır elimizde...
Sonra anlayış denizine atarız kendimizi, yalan söyleriz sonra, boğulmadık deriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder