26 Aralık 2016 Pazartesi

Kapı / 7



Kapı / 7  Midway
Kaybolmak üzereydim tuttuğum yolun tekinsiz bir yerinde
Devinimsellikten uzak bir farkındalıkla soluyordum korkumu
Seher yeline karışan kayıp seslerin ıslıkları gibi
Duvağını kaldırıyordum gizli kapının tahta yüreğinin

Yaşlı ruhumun köklerinde can verdi kırmızı yapraklarım
Kendimden göçüyorum her sonbahar yansımasında
Maskeler yüzlerinde taşıyor gizemin kokusunu
Anlamını bilmiyorum bu umarsız dinginliğin

Sessizliğin ortasında parçalanmış tümceler gibi Tanrı'nın eli
Altıncı mührü açılmış bir iç yıkım gibi anlamını yitirir ışık
Oysa tereddütsüz sığınmak isterdim puslu karanlığına
Kuzey diliyle fısıldayabilseydim kulaklarına tınısını kırgınlığın

Kaosu hakir görecek kadar bilinçdışı davranamaz gölge varlıklar
Kafir putlarla donatacağım içgüdülerimin kara mabedini 
Sitemsiz ve şükürsüz gözlerle bakıyorum sıralı olaylar örgüsüne
Kusurlu varlığımı acılarıma ulayacak bir köprü değil artık hüznüm

23 Aralık 2016 Cuma

Slide Away



Ve kalkanını kuşandı gece
parmaklarındaki izler kaldı duvarlarımda
küçüldükçe gerçekler büyüdü düşler
kayıyor ellerimden bu ihmalkar sevda

histerik sayıklamaların ihtiras nöbetlerinde 
yok olup giden sevgileri içselleştirdi anlamını yitiren kelimeler
lanetli bütün ibadetlerim
dudaklarımda dilini bilmediğim yakarışlar
çorak topraklarında ölümsüzlüğün
kanadımızdan düştü huzur, yükselmek aşkına
vaktimi bekliyorum usulca
daha bir kasvetli şehir sensiz
daha bir kaybolmuş
taşınmaz oldu kırgınlığın

her imge doğuyor yoksunluktan
içimde puslu bir ıslık
kirli bir senfoni

21 Aralık 2016 Çarşamba

Untitled



Bilince sığmayacak kadar büyük bir tutku bu
gölgeni karanlığımla öldüren
gururu yaralayan kısmi  bir sızı

baharlarımız tek renk
kanıyor avuçlarımız vurulurken budalalığımız
nesnesi savruk bir kabulleniş oluyor hayatlarımız

birbirimizi gömüyoruz avuçlarımıza
İçine düşüyoruz parçalanmış gündüz düşlerinin
kanıksadığımız yoksunluklarımızı taşıyor omuzlarımız

özlemini taşıyorum kanatlarımda
gömmeli ruhumu sessizliğine
kimse ol ve dokun benliğimden sızan beyaz lekelere

ruhumda silinmeye yüz tutmuş bir kaç iz
hüznün eflatununu şehre ular düş
platonik aşkın en müfteri mürididir köhne karanlık

dilimizde meraktan bir göç
yollar çok yaşlı, yolcular kırık
kendini incitmişlerin ayini başlamıştır artık

18 Aralık 2016 Pazar

Saplantı



Tecelliyi işlevsiz kılar
bilinçsiz yürünen yolun rastlantısal kaderi

gereksiz açılmış bir parantezin içindeki anlamsız açıklama gibi
kuzey rüzgarına bulanmış kötürüm bir histeri

aynı anlamı yüklendiğimizi unutacak kadar bulanık zihnimiz
taşırız heybemizde öncesiz kadim düşleri

o kelimelerin münasebetsiz anlamlarıyla şekillenen lisanda susmak
kapatır çekim alanından çıkmış bir illüzyonun izlerini

15 Aralık 2016 Perşembe

Kare



Gökkuşağından çiy toplayan bir ressam gibi
Üstümüzde ılık gözyaşları, yitmiş pişmanlığımızın

Doğrunun izdüşümü eğri oldukça, tasdikler ikilemi
Sakıncalı urganlarla bağlar kuşkuyu vicdanı bu sefilin

El yordamıyla keşfettiğim yönsüz yolum tek kalkanım
Bir parçasıydı  gülümsemem Tanrı denilen delinin

Ve duvarlarından bir tür şekillenmiş ölüm sızar 
aidiyetsiz köhneleşmiş düşlerimin

14 Aralık 2016 Çarşamba

Ritüel



Putlar sessiz ve donuk,
Kendi kehanetinin mabedinden uçur kırlangıçları
İtaatimiz gizemin buyurgan gülüşüne
Hezeyanlarından biri daha arşa yükseldi ve taptı seyyah

Putlar sessiz ve donuk,
Göklere yükselirken eller üzerinde:
İkame edilemeyecek bir hayalin yok oluşu şerefine
Yas töreninde hazır bulundu gerçeklik
Mâbedlerde uyandırdık Tanrı'nın utancını

Görebilir misin ışığın içindeki karanlığı? 

13 Aralık 2016 Salı

Bir Çöküşün Anatomisi



Sarhoş ve umursamaz bir kaybolmuşluğa gömülmek
yitip gitmek, henüz gökyüzünün dokunamadığı bir kar tanesi gibi
kendi sınırını yüklenmiş
öfke artık o kadar güçlü değil
tahammül lazım görmezden gelinemeyen kadere
onaylamak zorunda kaldım, kendime rağmen
bana bağışlanmış bütün anlamları

kapandı mütenahi küstahlığımın yaraları
uzandığım her kapının kolu kirli
bir darağacı gerek ötelenmiş düşlere

iblisin kanatları kadar siyah ve ifadesiz
arınmak için fazlaca günahkar içimdeki melek
kaderini kederine kaptırmış bir hilkat garibesiyim
benden kopan her parça biraz lanetli
Kim teselli edecek içimden kovulmuş beni?

iki yol yürümek için fazla değil mi?

der ki özgecil Tanrı;
her şey bir sonuç olarak meydana gelirdi

yazılır bir kenara gölgemin karanlığımdan şikayeti

11 Aralık 2016 Pazar

Dawn



Durakta unutulmuş bir valiz kadar kırgın
incinmiş insan maskeleri
Ben,
tüm lisanlara yabancı bir ketum
cevaplayamadım
gölgeli bilinç bilmecesini
gururum çıplak geziniyor baharda
avuntu düşlerim kanatıyor maskelerimi
doğurganlığının rengine bulanıyor 
duvağının rengi
tutunmaya çalıştıkça ahengine, parmaklarım titriyor 
bu koridor çok dar,
boğuk haki
içimde dünün ağırdığı gibi
içimde kutsal çilenin demi

26 Kasım 2016 Cumartesi

Seyir



Kâğıttan limanlardan medet uman gemilerdik
Dalgın ufukların bataklıklarla kesiştiği yerde

Lisanın ruha ulandığı her yerdi 
İçinde debelendiğim kararsız uyku

İçinden şarkılar söylüyordu ölüm
Üstümüzde zamanın çığ gibi iniltisi

25 Kasım 2016 Cuma

Retrospective



Zaman acıtarak kesti bilincimizi sorusuz, lisansız
Damıtılmış çiğ arzulara indirgendi günahlarımız
Ellerimizle gömmüştük yazgıyı seçimlerimize
Hayal kurmaya ihtiyaç duymayacak kadar çabalamalıydık
Ne kadar çok hatırlarsak o kadar çok keskin
Boynumuzdaki ilmeği edinmişti geçmişten yankısı silik anılarımız

22 Kasım 2016 Salı

İz



Yazgısı kaybetmek olan bütün korkaklığımla uzanırım sana
Sen, zamanın ve mekanın ötesinde öylece duruveren kişi

Düşlerimin enkazının altından sağ çıkma ihtimaliydin
Adı konulmamış, lanetli bir öykü betimledi bizi

Adlandırılamayan bir lütufkârlıktır içine gizlendiğin zaman
Adın, ruhuma fütursuzca değen kararsız bir parmak izi

21 Kasım 2016 Pazartesi

Alienation


İnsan algısının kavrayamadığı bir düş ile kayboldum
Tüm tanrıların düşüşlerini az öteden izlerken 

Ben,
Kendinden başka güleni olmayan bir palyaço
Erdem olmaktan caydığında sahtekar sadakat
Boyun eğdirecek yalnızlığa tahammül edilemez utanç

20 Kasım 2016 Pazar

Kaygı



Kendi varlığımın idrakinin cebriyle tamamlamak istedim varlığını 
Kendini yok edecek bir tecrübe olacak bu yaşanan
Edimlerimiz şüpheye yer bırakmayacak kadar keskin
Boşluk oluyor bütün gerçeklik, benden arta kalan 
Doldurulan, var olanın arzusunun gerçekliğidir
Sürüklüyor beni bir korku, sebebi dünyevi olmayan

19 Kasım 2016 Cumartesi

Yüzleşme



Güvenmekle yetindim hayatıma yol çizen olasılıklara 
Yazgının istemine uyduramadım olanaklarımı 
Ben, beni yaratan eylemlerin bütünüydüm
Ben sorumluydum bütün patikalardan
Bireysel öznelliğimin içine hapsettim edimlerimi
Paramparça bir maske üzerimde
Bu kadar ağır
Bu kadar sahte

9 Kasım 2016 Çarşamba

Yolcu



Özlemin uzamıdır yolcu dediğin
Tanrı'nın izi hala taze ve sıcak
Mesafeyi bulandırır esrik yanımın naifliği
Çırılçıplak bir belirsizlik, yokluğuna kanıt arayan
Yağmura bağışlamalı yük sayılan ne varsa
Heybemizde yarım tümce, aksak bir kelam
Bundandır müptezel ruhumun yama tutmaması
İnkisar ile yadsırım, kanıt gerektirmez sevdam

7 Kasım 2016 Pazartesi

Sürünceme



Tutulmayan sözlerin yoludur kendini gerçekleştirmenin ispatı
Kırgın bir nehri andırır günaha yaslanmış gözlerin
Üstümüze örttüğümüz sebâtkar bir yalandır kalkanımız
Saplansın kederime lekeli bir okyanus kadar çıplak olan ellerin

Yanlış yolda yürüyen adamın meraklı gözyaşlarıdır onu sürükleyen
Düşmemizin tek tanığıdır nefret ettiğimiz beklentilerimiz
Öz bellediğimiz bütün yansımalar yanaşmalarıdır ruhumuzun
Yıkılır içimizde sevgilinin ayak izini taşıyan, yas tutan şehir

6 Kasım 2016 Pazar

Scab II



Yankılanır deliliğe karşı fısıltısı kaybetmenin
Ve artık kelimeler olmayacak, pusulayı yok edeceksin

Şekilsiz bir isyan başlatırım aynı bilinçsizliğin tezahürlerine
Eskidikçe daha bir naif olan bir kinin gölgesi düşmüş suretine

Geceyi çağırırken ağzımdan düşürdüğüm kanayan puslu ıslık
Yalınayak mesafelerdir acıyı büyüten, vaat edilmiş pişmanlık

Kendinden öteye gidemez bizi yurt belleyen ağıtlar
Karasız karanlığın kollarında gölgemize ait kırıntılar

Ve adsız, rastgele bir arayış sessizliğin sonsuz boşluğunda
Gamzelerinden ölmeye başlar sevgili, yaralı bakışlar arasında

1 Kasım 2016 Salı

Reflection



gerçeğin ilkelliğinden kaçınmak için dilin kavrayışının ötesinde
acılarımız saydam, sınırlarımız yaralı kutlayalım günahlarımızı
sensizliğin adı asalet olur yalnızlığı mübah kılan
toprak kadar ebedi sevgim, kilidi gurur olan bir yanılgı
ayıkladım gökkuşağından gözlerinin hüzünlü rengini
kuşlara şarkı besteleten gözlerinden kırgınlık yansıdı

25 Ekim 2016 Salı

Abaddon




İki büyük yarımdı hedeflediğimiz tutku
Yorgun ve uyku geçitlerinde unutulmuş bir dize

Yasak dualar yatıyordu ölümün bekaretinde
Bense ölü kırçiçekleri biriktiriyorum ceplerimde

Berraklığıyla bizi izlerdi bir ayna
Katiyet yeterli değildi katatoninin mantıksal çekimine

Yanılgının tarihi, aforoz edilmiş saflığın tarihiydi
Sessiz karanlığa söylenmiş ilahiler dillerimizde

Ölümün sufle verdiği oyun kadar bulanıktı giz
Hatırlatır bize sağırlığını duvarlarımızın yaşam denilen acele

Bir gizeme açılan sefaletin soğuk basamaklarında
Tanrı bizi onurlandırır edilgenliğiyle

Her şey birin içindedir, bir her şeyin
Hiç ulaşılamaz olan nihai sınırlarda tamudan korkmak niye?

23 Ekim 2016 Pazar

Hues of Vicious Circle




Ve ötesinde, bunun ötesinde bir şey
Dili çürütüyordu mekanik anlam sürekliliği

Sessiz bir ordu gibiydi beyaz ölüm
Sakar kuşların gözlerinden damlayan utanç gibi

İç çeken bulutların dilinde bir ağıt
İlahi derinlik altında kıvranan sezgi

Savaşın başladığı yerde tapınağımızın duvarı
İlahi bir dille çizilecek kutsal gözleri

İhmal edilmiş bir bahçe belleklerin yankısı
Bir süre sonra döndük isimsiz, yargılarken yıkık şehirleri

Boşlukta sürüklenen tuhaf tanrıların uyumsuz yankıları
İkna ederken büst gibi katı bir belirsizlik bizi 

Sessizce bükülen karanlık bir rüzgarın zayıf nabzı gibi yürüyorduk
Ev belledik ruhlarımızda beyaz bir leke gibi kalan özlemi

Ve bozguna uğramış, ağır yaralıydı sessizlik sınırını aşamayan birçoğum
Edilgen bir başkaldırı teselli eder kurtulmaya çalıştığımız 'ben'leri

Epik bir vurdumduymazlıkla yanlış yolda yürüyorduk
Adsız kalan bütün korkularımız, acemice çizilen sınırların izleri

21 Ağustos 2016 Pazar

Epilogue



Bütün ihtimallerden muaf bir ihtimalle belirledim belirsiz yolumu
Birbirine yaslanan devinimden uzak kişiliklerimle bitti hesabım
Yitik tanrıların ulvi arayışlarına dair bir şiir gömdüm haneme
İstilaya müptela olacak kadar günahkar bir çaresizlikti üstünü karaladığım
Dışına çıkılamayacak kadar geniş sınırlar barındırırdı soruya ihtiyaç duymayan cevaplar
Ve benden arta kalanlar ucu kırık bir tebessümle örüyordu dünün düş ile ilişkisini
Ve yurtsuzluğumu, kimliksizliğimi fısıldıyordu bana ıslık çalan rüzgar
Tanrılar adil dövüşmeyi bilmezmiş,
Ve bildiğim son kapıya doğru yürüyordum!!

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kabulleniş



Endişeli masallar nakşettin içime o küçük ellerinle usulca
Nasılda deniz sularının ötesine emanet ettim telaşlı akşamları
Yenilginin aynadaki yüzüydü kronolojik bir yıkım olan zaman
Dünün izleri lanetledi ümitlerimi çürüten o dar pencereyi

Adı konulmamış sökük bir gökkuşağı betimler seni
Oluyordun imkansızın gerçek kılınabilme ihtimali
Eski püskü bir bulutun kapladığı gökyüzüydü acıtan tenin
Anlamsız şiirler ve kör uyaklarla sarmalıyorum sendeki beni

11 Ağustos 2016 Perşembe

Patika



Kimseye fark ettirmeden göçüyorum eskimiş sözcükler diyarına
Patavatsız Tanrı ile patikaları belirleyen zarları atarcasına

Köhne sitemlerde tutkusu recmedilmiş asil yalnızlığın
Ardılı olmayan çirkin insanlardık yazılan fani destanlara 

Rüzgar değmeyen ağaçların mabedindeki bu ayaz neden?
Yarası ezelden ahir zamanın iğrenç nasihatleri koynumda

Hayat denilen sebatı densiz zulmün melodisi aksak olurmuş
Saydırıyorum tek tek hüzünle namlı içimdeki şehrin kapılarına

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Impenitence



Senin gördüğün onun yanılsamasının benim hakikatimi terk edişiydi
Ellerimde bir parçam can verdi az önce, anla beni
Kelimeler afaki bir duvarı korkunç bir gerçeğe eviriyor
Düşmeyi kabullenmeyişim kadar büyük bir yalan bu
Çünkü ben kaybedenlerdenim, sense çiğ zaferlere doygun
Beni yanıltan bu netameli, karanlık gölgemdi sanırım
Karanlığa saplanmış yanımı gözardı ediyorum
Geriye kalıyor zamanla kavgaya tutuşan silik pişmanlıklarım

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Kuyu III



Sakınıyorum artık kendimi hayallerimin siyah beyaz semasından
Kalmayı bütün varlığıyla reddeden kimsesiz bir uzam ardılı
Kutsaldır çaresizliğe tebessüm etmek kuyunun içinden
Eksik matemin çıkmazına siner yalnızlığın soğuk yüzü
İlgi muafı bütün dilek ağaçlarını ateşe verdim 
Şüphesiz Tanrı'nın beni terkettiği doğru değildi
Kimse tanımazdı beni sahiplenen Tanrı'mı
Yuva ediniyorum ruhumdaki psikotik belirsizliği
Artık tek dayanağımdır soysuz bilinmezlik
Kanayan avuçlarımın inzivasıdır her patika
Dualarıma sığmayacak kadar eksik benden kalanlar
Çamura bağışlarım en lekesiz yanlarımı 
Bir avuç toz gibi içimdeki şehrin duvarları, esintiye kurban
Sığmıyor çocukluğum hiç bir bavula, yarım göçüyorum

24 Temmuz 2016 Pazar

Ve


Ve tebessüm ödünç aldı senden gamzelerini
Ve isminin tınısı karıştı acıtan uzaklıklara
Ve demlendi vuslat sahte umudun gölgesinde
Ve senin pencerenle birlikte öldü en güzel yanım
Ve her şey biterken geriye kaldı yapmadıklarım
Ve heybemde hayal gücüne bulanmış gerçeğin ayak izleri
Ve sınanmaz içindeki tüm çatışmaları kaybetmiş biri

17 Temmuz 2016 Pazar

Döngü



Yüzün kovulduğum cennet bahçesiydi
Gözlerimde aşağılık bir trajedi 
Sessizce terk etmeliydim kendimi
Kırgınlıklara hapsolmuş uykum 
Senden başka kıyı bilmezdi
Kendi yarattığım yarım esaret 
beni recmetmeden hemen önce gelmeliydin
Vakit doldu, gitmeliyim

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Vaziyet



İlkbahar göğünde çiy toplayan kızıllık gibi
Defnediyorum içime yüzünün en bakir halini

Nedenselliğin saygınlığını hiçe sayarcasına
Keskin bir bıçak gibi saplıyorum avucuma sensizliği 

Biliyorum, susmazsam eğer kaybolacağım
Mayamda üç dizelik bir nergis çiçeği 

Keskin yanılgılarınız beni günahkar ilan eden
Öze giden yol miras bırakılan en büyük ihanetti 

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Esinti



1)
Düşe alındı masallara saklanmış eğreti şiirler
Zaman tanımladı gökkuşağı çalınmış çocukları

2)
Karşılık beklemez bedeli ödenmiş kimsesiz kimlikler
Hafızam bıçak olmuş, geçmişim bileme taşı

3)
Parmaklarımla gamzelerine dokunmakla başladı tarih
Ben, kahramanı tarafından terk edilmiş bir roman

4)
Adını özlem koymuşlar bu rotasız yolculuğun
Tecrit edilmiş yalınayak bir gözyaşıdır artakalan

5)
Bir yağmurun düşü olur anlatıların en naifi olan masalına yağmak
Huzur denilen köhne sandal demirlenmiş gökkuşağına 

6)
Mayası bozuk güzel dünyadan hızlıca geçtim
Yerel sancılarımı katık ettim cigaralığıma

7)
Kefene sığmayan hasret, düşten artakalanlarla sınanır 
Bahtımızda mahsur kalmış bir yoncanın tanıklığını vurdular

8)
Bir şiire astım kendimi ikindi vakti
Masamda incir rakısı, heybemde seyyar efkâr

9)
Nihayetinde sahiplendim içimdeki hergeleyi
Minnetin nefrete bulandığı yerdeyim

10)
Söylesin gökyüzüne kefen biçen, harmanlanan yalnızlık
Kaç sürgün gerekir aidiyeti geride bırakmış olmak  için?

11)
Adı özlem olan bitmemiş masallara kalırız gebe
Bir uçurum dolusu tebessüm gamzelerinde asılmalı

12)
Bir savaş karşıtının uğruna savaştığı çiçek gibi
Zamanın tanımı ol, düşülen pusuya alışmalı





19 Haziran 2016 Pazar

Gerçeküstü Huzursuzluk



Gücüm nefretimin katili empatimden… Ama o karanlık mesafeler... Ruh içine gömülmüş artık tutmayan derin yamalar... Patikaları hırpalanmış uzun bir yolun kahramanıydım... Yani herkes gibi… Yani bir miktar kendim... Sizin istediğiniz ben ile kendimi takas etmek en büyük ihanet olurdu kendime... Ya da istediğim ben ile kendimi mübadele etmek… Olduğu şeyi reddetmeyen az kişiden biriydim, bahanem bakış açım... Tolerans,  umursamazlıktan süzülen en ağır bedel tespitini yapamayacak kadar ürkek bakış açım…  Nihayetinde hepimiz tercihlerimizle gömülecektik... Erinçsiz bir devinime tutsak edildiğini dillendiren parçam kimsesiz uzun süredir. Diğer parçam Dali tablolarındaki güneş kadar soluk, ilahi bir iğrençlik içinde. Sırtıma yük kambur düşlerimin anlamıydı bensizliğin acısı... Beni tanıyacak değil, yaratacak bir çift göz lazımdı boşluğunda tutkuların... Ancak ben doğuştan kördüm... Hayır,  hayır… Aslında doğuştan korkak... Doğduğu şehirden hiç ayrılmamış bir pul koleksiyoncusunun pullarını ateşe vermesi gibi ateşe verdim anılarımı… Elimde iç acıtan bir tebessüm kaldı yadigâr…  Sonra, henüz seslendirilmemiş anlatıların hüküm sürdüğü arka bahçemde kara kızıl umutlar serdim tüm münasebetsiz çelişkiler üstüne... Bir dilden, sığınağım demeye mecbur bırakıldığım bu lanetli kente iltica etti öznem... Sustum...

Sessizliğimi tasnifsiz ve mütemadi bir anlatı olarak dillendirip daimi kılıyorum hikâyemi… İnkârım bu yadsınamaz susuşlarımın arasında izole bir Tanrı gibi tek başınalığımın basit bir yanılsaması sadece... Varoluşuna karşı durduğum bir patikanın yegâne yolcusu olmak bile hafifletmez yükümü... İlahi bir rezaletin pervasız tekerrürlerine göğüs gerecek gücüm yok... Uzamın sınırlılığını yadsıyıp  ‘olmak ya da olmamak’ dilemmasına yönelen Tanrımın çıkarımlarını sonsuzluğun içinde süreksizleşebilen zamana hapsolmuş biçimde yargılamak .................… Bu ulvi bir tesadüfmüş gibi görünen gereksinim, zorunlu bir uzlaşmadan önce şekillenmiş köklü bir yazgının tezahürü sadece... Ve tek tanık ben olacaktım Tanrının katline ve bilinmez şeyler peşinden bilmediğim bir şekilde ilerleyecektim... Nevrotik bir ihtilaldi bu, gassalın gözlerindeki ölüm korkusu kadar masum, yönünü kestiremediğim bu infaz... Sırrım tanık, nokta yok olur... Evlat edinilir zaman bir kum tanesi tarafından... Bütün kötülükler renksizdir… Tevazuya boyun eğen yanım ondan biraz saydam… Kibrin kılavuz olduğu diğer yanım ise rüzgârın insafına kalmış bir yaprak oldu… Düştüm… 

İçine düştüğüm adap bilmez boşlukta arif oldum kendi hakikatime. Nokta tanımanın, çizgi bilmenin esasıdır dedi içimdeki meczup… Us sizi, devingen zaman içinde belirli bir varoluş resminin içine yerleştiremiyor. Ben bütün kutsiyetlerden muaf hakikat ile riyanın kesiştiği somutlaşan bir erektim kahramanlar çağının çiğ zaferlerine kazınan... ............................… Kendimi vurabilmenin diyeti miydi bu? Eskilerin icrasından usulsüz bir hicaz peşreve özenle zulalanmış hüzün kaplar içimi… Bir ihanetin gözünün içine bakmak gizler utancı… Ay’ın denize armağanı yakamozda kaldı hamallığı kederin… Gömüyorum kendimi hiç tanımadığım suretler altına… Resmediyorum çirkinliğini maskelerini düşürdüğüm erdemin… Bana toplum dediğim kokuşmuşluktan miras kalan düzmece erdemin… Kimse inanmaz artık kanatlarımı budayan bu mesnetsiz yazgıya… Ruhumun ihtiyatsız tekâmülü olanca gücüyle yolunu keser soysuz antik kalıtların… Saatinden uzak bir kum tanesine miras kalır zaman… Kendi lanetini kendi yaratır insan… Sonrası en derin korkularımızdı… Sonrası biraz parçalanmışlık… Çürüdüm…

Oluştan kaynaklı hiçbir cinnet bizi onurlandıramıyor artık… Sancılı bir düşüşten ibaret içimizin toplamı… Belirlenmiş her nesne aslında bir özneydi… Uzam, zaman ve nedenselliğe bağlıydık göbekten…  Yalın bir şimdi, yalıtılmış bir bitiş noktası yoktu… Tek kaynağımız, hayal gücümüzün giziydi, öncesiz nokta… Şüphe, hakikatin öz çocuğuydu… Yaşam diye adlandırabileceğimiz, mümkün olan hakikatin bir parçasını teşkil eden yanılgılarla sınırlıydı yürüdüğümüz yol… Kendimizi yitirirdik hakikat çölünde... Ve hakikat yaşam kadar kısa, sanrı kadar değişkendi… Zaman, kum tanesinden yavaşça… Önümde yürünmesi elzem olmayan bir yol vardı… Durdum

Kimsesizliğin adı asalet olur tevazuyu mübah kılan... Malumat ve kanaatler mütemadiyen yıpratır içimizdeki devinimi... Evirilmenin tek anahtarı sahip olduğumuz bütün kanaat anahtarlarını kaybetmekti… Bütün bir yaşamı yoksunluklar üzerine inşa edenlerin yerildiği bir cehennemden başkası değildir yaşam… Yoksunluk evlat edinilir bizim tarafımızdan… Septik duruşumuzun altında ezilir muhakeme… Kaybolur perspektif… Doğmak huzursuzluğun ilk adımı… Yaşam kaosa gebe… Değişim süreğen bir şey olduğu sürece şüphe kabullenişlerin en inciticisidir…  Noktalar birleşir, ahenk yekvücut olur… Değişir bizi aciz bırakan, kavranması zor sınırlarımız… Kum yenik düşer çöken zamana… Bütünün tahammül edemeyeceği kadar keskin, bu gerekçeleri sabıkalı yaşam… Kanadım...

Olguların arkasında, görünenin, algılanabilenin dışında başka şeylerin varlığına inanç, içgörü kazanımlarının başkalaşımıyla boyut değiştiriyor… Katiyeti içselleştirmemizin, kanaati kurban vermemizin yegâne sebebi bu… Sonra, sonra tavaf eder kendini gölgemiz… Tanrıyı çarmıha gerer bize ait olmayan vadide ki bu iz sürüş… Sonu yokmuşçasına, bu kayıtsızlık… Bir eksiklik var, tamamlanması için şizofrenik bir yıkımı gerekli kılan… Enkazın altında kalır hayat harmonisi … Çünkü güçlü olmanın amansız mağdurluğu geçici haklılıktan geçer... Aidiyetten arınmış zayıflığa övgümüz… Zaman, kum tanesine denk oldu… Ermişlere özgü bir naiflikte demlendi yaşam… Duruldum… 

Oluşun gölgeleri uzanırken zamana, hudutlarını anlamlandırmaya çalıştığım her şeyin yoklukta yankısını duyuyorum… Kaybedilen anıların mezarlığından çıkardığım acılarımı kronolojik olarak dizip yerleştiriyorum bavuluma... Hiçlikle sonsuzluk arasında duran soluk bir varlık sancısında demleniyor hayat... Kum tanesi zamanın katili… Adımlarım nihai noktama varamayacak kadar küçük… Yürüyorum… 

5 Haziran 2016 Pazar

Allegorical Contradiction



Yalınayak
budist
bir 
rahibinki 
gibi 
ayakabı 
kutusunda
seyyar 
varoluş
kaygılarım



Varlığın 
edilgen 
bir 
ispatıdır 
yaşamsal 
tanımlamalarımıza
istençli
bir 
yok
oluşla
kıymak

4 Haziran 2016 Cumartesi

Engel



(1)
Çetrefilli düşlerimin gerçek kılınabilmesi ihtimaliydin
Her hâlükârda tanımsız kalmaya yazgılı bütün korkaklığım

(2)
Varlığımı içime hapsedecek yolunun reddiydi kesişimimiz
Zamana sıkışmış melankolik anlarımı geleceğime uladım

(3)
Anılarım boşlukta asılı duran zamana bir meydan okumaydı
Yaşananlardan müteşekkil derme çatma bir yoldu sığındığım

(4)
Varlığın ve nesne arasındaki sınır silinir bir an için
Aramızda bir duvar olur Tanrı'nın eliyle törpülediği ruhum

2 Haziran 2016 Perşembe

Daze



Hoyrat rüzgarlar içindeki itiraf değildir ispat
En şüpheli yanılsamam insan olmak zaafından
Hayallerimin en tehditkar rengi yankılanır öteden
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?

Kalbimin sandukasındaki cevhere sığmaz hiç bir düş
Günahkâr gözlerimdeki manaydı suretindeki çizgiler
En tutarsız gerçeğimdi sırtımı dayadığım duvarlar
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?

En can yakıcı tebessüsümün izinde bana küskün düşlerim
Asil bir gecenin suretinde kökü sınar kırılgan dallar
Geleceğe hapsolmuş anılardır beni bana sen kılan
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?

1 Haziran 2016 Çarşamba

Sonra



Önce kendimi öldürdüm, sonra anlamımı
Kayıp ipuçları içimdeki cinayetlerin
Bir duanın kanıyla kirlense bile duvarlarım
Belirsizlik ve bilgisizlik arasındaki boşluktayım
Düşe sarılmak çaresizlik değil, oyun
Yamanmış kişiliklerdir ardıllarım
Sonra sanrılarımı öldürdüm, 
Sonra taklit sığınaklarım

28 Mayıs 2016 Cumartesi

İmperfection



Postmodern bir yanılgının içine doğmuş, gölgesiyle kapışan bir tutunamayan olarak vazgeçiyorum öncüllerimden. Önümde dört tane yol var ve hepsi bana eşit mesafede. İlk kez mesafelerin hepsi eş anlamlı benim için. Bu aslında, kaotik insan yığınlarının sistemsizliği içinde durağan temelleri eşitleme zorunluluğundan başka bir şey değil. Mutlakıyetin boşlukta sürüklenen yankıları umutla birleştiği zaman çekilen acı postmodern bünyemde tahribatlara yol açıyor. Sınırsızlıkların içinde yaşanması pekte tuhaf olmayan tüm pişmanlıkların gölgesinde dinlenmekmiş sanırım bizi biraz huzurlu kılacak tek çare. Hayatıma sinen hiçliği ve başkaldıran umursamazlığı ehlileştirmeye çalışmak olası bir iç çatışmadan kaçmanın yegâne yolu gibi görünüyor… Kavramlar arası sınırları kaldıralı çok uzun süre oldu ve sırf bu yüzden bana yaklaşan her insan bazen sekülerlik, bazen evrensellik ve bazen de yerelliğe bulanmış bilgi aktarımı kisvesi altında kendimi onlarla var ettiğim dallarımı budayan bir bahçıvan edasında … iyi yoktu, kötü de yoktu hatta doğru ve yanlış bile yoktu sadece birbirine açılan milyarlarca pencere… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…

Kendimi tanıyamamak kendime dört elle sarılıp kendimi tanıma isteğimi bile canlı tutamıyor artık.. İçimden birinin haklılığından midemin bulandığı gün kendime daha çok sarılacağım.. Çoğul doğum ve çoğul ölüm arasında giden, rüyadan bir yoldur artık yürümeye takatimizin olmadığı… Toplum içerisinde “Bir”e en yakın olan, en dışlananımızdı.. Sonsuz ile bütünleşen kişilikler, kesinlikle toplum denen olgunun artıklarıydı… Artıktık.. Düşüncenin şimdinin artığı olduğu gibi…

Yok oluşu yadsıyarak kendini avutan insanlardan olamadım ben… Çok kolay değildi öğretilmiş dayanaklara gözü kapalı sarılmak… Eğer uyanık kalırsam.. Yani fark edecek kadar uyanık kalırsam… Sonsuz düşüm kati bir gerçeğe mi dönüşür? Ilık bir düş serpintisinden içimize damlayan gerçek kimin gerçeği olur? Gerçeği geçmiş mi yaratır yoksa biz geçmişi gerçeğe göre eğip bükebilir miyiz? Aslında hayatı ıskalayamayacak kadar kaygıdan uzak ‘orada-olma’ mefhumuyla yaşayacağımız şimdi geçmişe ihtiyaç duymayabilirdi… Dolayısıyla gerçeklik bizde refleks haline gelen geçmiş tandanslı bir olgu olmak zorunda değil.. Peki ya ıskaladığımız şimdiler? Evrensel gerçeklik?? Sanırım kafayı kaldırıp farkında olduğumuz güne kadar geçen süre içerisinde debelendiğimiz derin kuyuyu bilmek ve yeterince tanımaktır insanın kendisini tanıması ve bu durum gerçeklikten ziyade bir kurgu üzerinden yürür…  

İllüzyon!!

İllüzyon!!

Bakışlar arkasına gizlediğimiz Tanrılar ölmeliydi belki de…


İnsanın yazgısıdır salt acı, varoluşla süregelen… Kendimizle aramızdaki bütün köprüler yıkık.. Biçim değiştiren sanrılarımız korkularımızı bir nebze olsun dindiriyor… Usulsüz adımladığımız bir yol bizimkisi… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…