15 Şubat 2017 Çarşamba

Rüya



Alacakaranlık çöküyor üstüne körelmiş ruhumun... Bir gölgenin altına sığınmış gökyüzü çıplak... İdeal olmayan bir sesle haykırırım tökezleyen pişmanlığımı… Ansızın bir zar atmak gerekir kadere ve bilinçsiz olması gereken kederin sürecine... Bir fısıltı sarmalında kaybolan dudaklar gibi karanlık, hafıza taklit ettiğinde çarpık gölgeleri durma noktasına gelen... Kirli bir yörünge buluruz adımlarımızı kuşatan... Üzüntü affetmemize izin verir...

Sonra kendimizin mananın duygusal düğüm noktasına adım attığını fark ederiz, ilk kelamımızda çıplak dolanır bulutun sarmal adımları ve artık belirsiz bir seziş değil ama saf öngörülebilen bir gerçek olur: Gece arkının kolunu ruhumuzun çevresini dolandığı bir rüya izini sürer hafızanın ve durma noktasına gelen bilincimizin...


Belki de gerçeklik kabuğu içinde pasifize olmuş rüyaların manzarasını kuzey ışıklarıyla boyayan birer zanaatkârdan fazlasıyız... Ya da iç içe iki rüya sütununun arasına sıkışmış bir aynanın anlama ulanan yüzüyüzdür sadece... Her ne kadar aynadaki aksimiz yaralanmış olsa bile yaralanmaz ayna dedikleri...


Yansımalar üzerine somut adımlar atan ve meydan okuyan bir adamın evren üzerinde bıraktığı iz kadar kibirden yoksun bırakırız kendimizi özgürlüğün özü olan ölüme… Yeniden başlarız…