23 Aralık 2015 Çarşamba

Avuntu




Yok oluştan başlayan sonsuz süregeliş gerdi çarmıha yazgımı
Herkesin cehenneminin ötekisi olduğu
Ardıllıktan yoksun yaşamda
Sevmek değil mi en zor yazgı?

As inzivamı boynundan
Bir kuşluk vakti seni kıskanan
Gözlerimi gömeyim senli bir duaya
Ve adını taşıyan başka bir adaletsiz bakışa

Düşsel bir avuntuya öykü olan yabancı sevdaların
Naftalin kokulu hatıraları mesken edindiği
Bütünden kopmuş, sevgisine kul bir azizim
Boşluğun sesiydi zihnim

Ama düşlüyordum olması gerekeni
Tam olması gerektiği gibi
Anlamını kaybetmiş kavram misali
Sırtımdan vurulduğum yer suç mahalliydi

13 Kasım 2015 Cuma

Implication




Öldürürsün gölgemi ışığınla, yüzümü örter gece 
Sağır bırakır ruhlar evcilleşen yoksunluğumu
İrademin muzaffer yenilgileriyle uzatır yolu her eksilme
Düğüm tutmaz müptezel ruhum

Kendi masalını yazan hünerli bir masalcıyım
Gerçeğin zuhur ettiği yerin bir kaç beden ötesinde
Nihai suskunluğum olur suç unsuru gözlerin
Düşer başım toprağına, özlerim...

11 Kasım 2015 Çarşamba

Metempsychosis




Kendi sığınağını yakmış bir gezgin gibi
Hiç bir kavme ait olmadan göçüyordum yaşlı adımlarla
İklimini arayan bir rüzgar kadar eğreti 
Mabedimi örüyordum kehanetlerle

Geçmişi gelecekten daha yakın
Gökkuşağı kadar renkli bir düğüm olmalı kader
yansıması bile muallak bir mirasçı mı olmalı savunmam?
Kalbin zihinden gerçek olduğu ucu açık bırakılmış her yaşam

8 Kasım 2015 Pazar

L'Étranger



Denize sövmüş bir martı edasında aldatır toprağı
Berrak kalır şüphe denizinde boğulan zihni
İzole soluğu ikilemin can evinde
Zaman her gün biraz daha ölü
Çölde bir ağaca dert yanmak kadar haince

Beyaz sakinliği dolaşırken yabancılar arasında
Yaması olmayan yanlış dikilmiş bir hayat sunar -gibi olmayana
Kimsenin hiç bir anını hiç bir anda bulmayacak kadar katil
Sonrası sıcak,
Sadece sıcak.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Poise



Bir duble yalnızlık, mezemiz yasak elma
Kırık bir hikayeye uyanan devrik cümlen olurum
Gözyaşlarımın izlerini kapatmak için düş kuran bir hilebaz
Gösterirdim yüzümü kırılan aynalarda
Bedenimin duyumsadığı en utangaç renk olurdu dudakların
Kırdığım aynalarda yüzümü yeniden gösteren
Sesinin izleri hala kulaklarımda, göz yaşlarını koklardım

Bir sek nostalji, cennetim kolların
Adarız kendimizi uzak sisli ama bize ait olmayana
Kasıtlı işlenmiş en büyük cinayetti ikimizi unutmak
şeffaf sanıklar bağışlar mecburi yoksunluklarımızı
Aralar gök mavi tabutunu, önümüzde gözyaşı görmemiş bir duvar
İntihar eder hovarda turnalar, kaparsın yine kapılarını
Ben dışarıda

31 Ekim 2015 Cumartesi

die Blume des Ostens



Kimse görmüyordu herkesin önünde seni sevdiğimi
Belki de zavallı bir rastlantıya borçluyumdur kederimi
Arkamda hiç bir delil bırakmadan taptım sana
Tekamülden kalma sorulara uyandım
Elinde kendinden başka bir şeyi kalmayan
Yüzünü gözyaşıyla yıkayarak Tanrısını arayan bir meczup gibi
Kaybettim benliğimi hasretinin coğrafyasında


Gecikmiş cümlelerle seslendim sana
Sıkıştım anlamından uzak cümlelerin içinde 
İnat etmiş bir sokak lambası olurum bazen
Karanlık sokaklardaki ayak izlerine
Ya da hatırlanmayacak kadar unutulan, seferi olmayan istasyon 
Tesellisi olmayan bir bakışa sığar mı geçmişimiz?
İnfazı olur hakikatin tek cümlene bağlı düş'üm

26 Ekim 2015 Pazartesi

Lunacy



Çelişkiler miydi itirafları ispat kılan
Yoksa ağırlıkları farklı cümleler miydi erişen iri gölgelere?
Gölgesi yaşlı, küçük bir adam yol verirdi gizlice
O ise bihaber saklıyordu küflü varlığını geceye


Zayıf anı inkar edercesine bir hatıra kodluyordum önündeki belirsizliğe
İlerledikçe aleyhimize delil oluyordu ihmalkar düşler 
Kanıksarız bizden bağımsız bir yokoluşun şuurunu 
İdrakı alıyordu himayesi altına kırık gülüşler

25 Ekim 2015 Pazar

Coalesce



Kapılarının hepsi aynı, düzmece bir şehir gibiydi aşkınlık
Bir müntehir, çürük urganına hayat hikayesini anlatıyordu
Bütün olağan sabahlar gibi yılgın, sıkışıyordu zaman namlusuna   
inanç masalların en acısı oluyordu


Halbuki yeni öğreniyorduk "Bir"in bir parçası olmayı
Yaşlı bir ağacın dibinde can veren isimsiz  bir yaprak 
Tekil bir gözyaşı hayatın köklerine varmadan
Perde arkası bir tezahüre kelepçeleniyorduk

24 Ekim 2015 Cumartesi

Improvisation



Yaşamsal başkaldırıma burnunu sokuyordu Pinokyo
Alice kimlik bunalımında
Rapunzelin saçlarına astım kendimi
Çaresi kim bilir hangi bilincin altında

Covenant



Yaşadıklarımız geri çekiyordu bizi, hayallerimiz ileri
zamanın bütün kıvrımlarına ulanan giz ile örtünüyorduk
Yola inisiye oluyorduk, yol genişliyordu
Küfemizde Delfi kahinlerinin sözleri

Asılmış bir kaç hakikatten yansıyan bir yalınlık oluyordu inanç
Uçurumdan itilmiş gaybın nefesini ensemizde hissediyorduk
Geride yaralı bırakmıyordu histerik çıplaklığımız
Külden bir duvar oluyordu kitabımız, susuyorduk

20 Ekim 2015 Salı

Merewif Trilogy III


3 / Araf




Bir deniz rüyasına uyanmak isterdim kirli gecelerde

Varmıdır acaba bir denizci duası seni bana katacak olan?

Sabahların çiy ile buluştuğu yerde beklerim duyumsamak için hançer kokunu

Göçebe kuşların öykülerini duyarak teselli bulur imkansızlığım 

Bakışlarını kıyılarına zulalayan bir martı olurum, senin evin abis

Kaldıramaz lekeli ruhum bu dinlenmesi zor senfoniyi

Suskun kıyılarının gizemli güzelliği gökkuşağının ardında durur

Bir göl, bir deniz, bir okyanus evim olur

İçime kilitlesem, saklasam seni diner sandım bu travmatik sevda

İsyana kalktı ruhuna çizdiğin yönsüz rota

Silinir yavaş yavaş izlerin ruhumun patikalarından

Kulağına eski bir ağıt fısıldarım

Bir kelebek aşık olur deniz kızına 

Tanrı kelebekleri öldürür

19 Ekim 2015 Pazartesi

Merewif Trilogy II

2 / Yeşil




Yüzünün eskimeyen kısımlarındaki derin çizgiler kaybolsun ellerimde
örtelim üstünü muğlak bakışmaların,imlası umuttan acım huzur bulsun

Bende açtığın yaraların öcünü Tanrı'dan almayı bekleyen yitik ruhumla
Kuşanırım dileklerimle kanattığım düşten maskemi

Boynumdaki ilmeğe doğru süzülen sessizligi asıyordu gözlerinden dökülen cümleler
Bense düşe kalka aradıgım köksüzlüğümün önünde yeniden kırılıyordum kendime

Tanımı yapılmamış sevdanın öznesi oluyordun, yönü kestirilememiş
Bir ağıtın içine  saklanmış olabilir miydi tenin?

Avuçlarının içine saklardın yaralarımı saracak zamanı
Avuçlarından öpmek her yaraya merhem olurdu

Unutamadığım varoluş yankısıyla son yolculuğun huzuru sindi üzerime
Kayboldu miladım, senden gidemedim

Arzunun saydam perdeleri toprağa yayılmış çiy kokusu kadar sarardı beni
Yeşil giyerdin, cennete doğru ilerleyen nehir kıskanırdı

17 Ekim 2015 Cumartesi

Merewif Trilogy

1 / Düş



Tek hüneri olmuştu içimdeki düşçünün suretin
Kimliksizliğin huzurunu gülümsemesinde taşıyan kadın

tüm hayatı bir tebessüme sığdıran anlamlar bütünüydü gözlerin
Sebebiydin bütün güzellemelerin

geçmiş zamanlardan kalma kanıksanmış bir teselli sözcüğü fısıldarsın kulağıma
Uslanır düşümde yarattığım manasız sancı

Limana yalvaran bir denizci kadar münzeviydi sevdan
mülteci bir zamanın heybesinde

Tanrı'ya bile gözdağı veriyordu baştan çıkaran kokun
Kurban ediyordum bir imgeni koynumda

Arsız, acemi bir öykü oluyordu ellerin
Bir dokunuyordun, sonsuz oluyordum...


Şimdi ne zaman öldüm hatırlamıyorum 
gece ve gündüzü aynı tonda bırakıp gittiğinde olmalı

28 Eylül 2015 Pazartesi

The End of Mourning



Metanetli bir aşk ile örttüm üzerini
Sen içindeki beni öldürdün
Ben içimdeki sana nasıl kıyayım?
Gör bak içimdeki kuyuda kaç tane isimsiz sen var
Histerinin kırık testisini taşıyorum usulca
Adına olgunlaşmak diyorlar bu sefilliğin
Kaç toplu mezar eder “Ben”?
Kaç urgana denk gelir ruhum?
Vurulur mu ceplerinde güzellik taşıyanlar?
Sırrı dökülmüş bir ayna gibi şeffaf
Buluyorum sana kendimi
Aynı kapta iki antonim
Harmanlanmış savaş baş gösterir
İçine defnedersin beni
Barışır hezeyanlarla ruhum
Süreğendi her şey
Bazen bir gülüş takılırdı aklıma
Üzülmeyi unuturdum
Hayal kadar gerçek olurdu acı
biraz muğlak 
Kundaklanmış kapılar bütünüydü hayat
Bütün odaları boştu
Sen,
Usulca,

Kayboluyordun.

23 Eylül 2015 Çarşamba

J.J




Odd Elegy

Gözlerine dünyayı, saçlarına rüzgarı, sesine ruhunu sığdırmış, dışı beyaz sesi siyah, kainatın en mavi kızı. Sonsuza kadar yirmiyedi kalmayı seçmiş hançer sesli kadın. Masal dudaklarından akan hüzün kapladığında ruhunuzu işgal edilir o en saklı köşe. Üstünüzde sonsuza kadar saklamak isteyeceğiniz en beyaz lekedir o. En çiçeği çocukların, en güzeli uydurukçuların. Yaşamamızı onurlandırdığı için her zaman minnettar kalacağım protest Tanrıça. Seni hep sevdik, hep seveceğiz. Bir gün Marin County`de görüşmek üzere.

Sevgilerimle...

28 Ağustos 2015 Cuma

Kuyu 2




İç savaş bitti
Onaylıyorum kendimi
Teslim oluyorum başağın insafına
Unutmak yok, bilmek gerek
Tohuma indirgenmiş kaderi
Yalın ayak keşişlerin
Ayakkabı kutusuna sakladığı
Tek kavim göçü kadar sade
Patika yollar kadar çetrefilli
İstikamet kadar belirsiz
Çıkmaz sokak kadar huzurlu
Pak zihinlerin mahrem yerleri
Aşkın olmamasına borçluyduk
Anlam bütününün
Diğer parçalarını tamamlamalıydık yaşam hakkının
Geride bıraktığımız zaman
Kendimizle savaştığımız bir benlik çağrısıydı
Sevdim yok ettiğim her şeyi
Sonsuzluğun ötesi içimdeydi
Naçizane bir armağanıydı yaşamın
Uyandırılmak ölüm uykusundan
Sonuydu özgürlük illüzyonunun
İkame ettim illüzyonlarımı
Esaret kokan başkalarınınkiyle
Bildiğim her şeyi yadsımıştı içim

16 Ağustos 2015 Pazar

Rabbit Hole (Cyclical Continuity)




Bittiğimiz yerde başlıyorduk aslında
Aklın tapınağında beşin üzerindeki iki gibi
Işığın hükümranlığının bittiği tünelde
Başlıyordu döngüsel süreklilik

Hangi imge zahiri kanıtıydı varlığın?
Hangi anlamlar simgeleriydi?
Süreklilik ve dönüşümün Baba’sı mıydı Tanrı?
Kim bağlamıştı anlam alanlarını?

Bir şamanın beyaz rutini üzerinde bir lekeydi
Işığa doğaçlanmış yaşam
Lekelerin en temizi
En safı yaşam ezgisinin

Mahşer gününde dalarız uykuya
Bir ayakkabı kutusu içinde
Bütünlük sırasına göre kaybolur
Ayak izleri


Ve kaygısı geçmiş beklenti biter
Açılır kapılar havalandırmak için küf tutmuş Öz’ü..
Savunmasız iç savaşımız acımasızlaşır

Vuruldukça güzelleşiriz

7 Ağustos 2015 Cuma

Precipice



Kederle vaftiz edilmiş yarıçıplak tümceler
Hafifletemedi yükümüz olan utancı
Varlığına kanıt arayan uçurum hançerledi
kötürüm cesaretimizi
Ürperdik bulanık bir belirsizlikle
Yaşam ağacının dallarını yoran kuş kadar
adanamadık özgürlüğe
Sürekli aynı yönü gösteren ölümsüz bir pusula gibi
Yağıyordu üstümüze varlık sancısı
Yama tutmuyordu ruhlarımız
Seyre dalıyorduk yas tutan yaşamı
Islanıyorduk!

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Forsaken


Hangi mavi daha gerçekti, denizin dibindeki mi?
Yoksa gökyüzünde olanı mı?
Bu karışımın neticesi miydi, şeytana melek yakıştırması?
Gizil nedenselliğe dâhil miydi parçalanmış illüzyonlar?
Nasıl terk edilir bir baba, nasıl terk edilir inanç tarafından?
Gaddar zamanda kundakladı yaratıcı özlemi
Lanetli damlalar aktı gözlerimizden
Yüzüstü bıraktık kendimizi
Nehir yatakları doldu gözyaşlarıyla

Kavuşmak içindi bütün akıntılar Tanrı’nın gözyaşlarına!!

4 Ağustos 2015 Salı

Nostalgia


Kaygısız hüzün fısıldadı bize Kronos’un intiharını
Anlamdan yoksun bir beklentisi vardı
Geçmişe ördüğümüz her tuğlanın
Somurtkan lekeler bıraktık yankılanan dünümüze
Sırtlandık soluk yaraları bize miras kalan
Dünün “kesin” yolunda besledik yaşamın kökünü
Üzgün yapraklar gerekçesiydi geri dönmenin son bir öpüş için
Zamanın fısıltısı incitti tutkunun ihtişamını
Davet edilmedi ona ayrılan yere
Usansın hayattan ayıklanmaktan nakarat
Tını ne isterse onu yapalım bu gece
Hüznümüz hissettiğimizin yarısı olsa biterdi bu pazarlık

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Ulak


İçe çöküyor zaman
Işımaya başlıyoruz korkak bir beyit gibi
Aylak yağmurların olduğu yerde
İnkâr etmeliydi kendini takipçiler
Nasıralı oturdu gönül gözüne
Yehuda’dan öteye gitmedi dualar
Uladılar ıssızlığı günaha
Başkası kesinlik kazanmıyor bizim kadar
Gitgide belirsizleşen anlam
Son buluyor yazgının örülüşü ile
Gizil aşktan da bahsedeyim mi birde?
Gerek yok aslında
Ağlar kutsal kitaplar beni anladığında
Kazdık mezarımızı, uzandık usulca
Son dua ile
Bitti rüya!

2 Ağustos 2015 Pazar

Yazgı



Paslanmaz umutlar sakladık geçmişin kesinliğine
Bir miktarda hak edilmemiş yenilgiler
Kendi kaderini kutsadı yaşam ipliğini eğiren
Biz kabiliyet yoksunu cambaz
Gaddar yarınlara dair filtresiz hayallerimiz vardı
Acemi beddualarla kuşatılmış
Akordu bozuk bir yazgı
Sorumsuz bir telaş mıydı yaşam
Gerçekleşmemiş kehanetler mi?


Bakınca penceremizden içeriye çok fazla gördüğümüz geçmiş mi?

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Apologia


Yoksunluğuna dair sezgilerin idrakı,
Mazur gösterir inancı
Ve İnanç tarafından rehin edilmiş ıslak ruhları
Alaycı keder eklenir duygusal çürümemize
Bileklerimizden bağlanırız hayata
Ayaklarımız altında ezilir Hallac'ın döşediği mayınlar
Hangi adla çağırılır geçmiş?
Hangi harita daha çıplaktır?
Aklar mı anıları koşulsuz boyun eğmek
Yoksa yalnız bir tutunma şekli midir?
Kıyılarının arkasına gizlenmiş korkuyla kendini tanımlayan
Kürek mahkûmlarıydık
Erken ulaştık…

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Öz



Hiçliğin soğuk yüzü
Dokunurken parçalanmış düşlerimizin küçük kırıklarına
Kaybettik yönümüzü
İzafi hakikati ararken anlamsız güzün koynunda
Arka sokaklarımızın sonunda
Fısıldandı ruhumuza tüm yarım bıraktıklarımız
Gevşek yapmış yazgının sahibi ilmeklerimizi
Takip ettik gece çalan ıslık sesini

Duvarlarımız tebessüm etti…

24 Temmuz 2015 Cuma

Café Müller


Tanrıyı ötekiledik… İnsanın ötekisi... Öznelliğini inkâr ettik… Yetmedi onu sahip olduklarıyla tanımladık… Ya ifa edilen şeylerin bilincinde olmak onu belleğimizin bir parçası haline getirirse?  Kim bilir belki de rasyonel insan ayağı daha az takılan insandı?

Yağmurlu bir günde toprak kokusuna karışmış nergis kokusu çekiyordu bizi, nergisin kendisi değil... Anlayamaz oldu dilimizi cinsiyetler… Kırılgan olmamalıydık, devrilmeliydi önümüze çıkan sandalyeler…

İkilem yoktu hayatta sadece geçmişten bugüne bir çığ gibi üstümüze gelen ve karşılıklı deştiğimiz varoluş sancısı hâlbuki karşı karşıya durmaktansa yan yana durup becerebilirdik birbirimizi kanatmamayı… Kimliksizleşebilirdik.

Dünya’nın trajik gölgesi düştü bilinçlerimize…

Kendimize ihanet ettik…

Bedenlerimizi sevdik…

Tehditkâr totemlerdik hepimiz…

Ve…

Bir bavul dolusu anlamlılık kaldı elimizde…

Sonra dahil olduk dedik, yalan söyledik sonra, yaşadık dedik..

Dedicated to Pina Bausch

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Yalın




Ruhun gerçekliği içerisinde kendi yolumuzu bulma zamanı geldi… Bu boşluğu hemen kendimiz olarak tanımlamalıyız… Siyah provasında hayatın görürüz ışığı beraber, haberleşiriz gölgelerimizle… Ama uçulduğu sürece ümit de vardı hiçbirinin yüzleşemeyeceği kadar büyük...

Yol üstünde ne göreceğini yoldayken öğrenir insan, ufak ayrıntılar belirler hayallerinin akışını tıpkı ufak sapakların yönünü belirlediği gibi… Garip ve dokunaklı bir hüzün oturur tabureye, kan damlayan sessizlik olur hikâyesi olmayan bir yolda…

 İdeal olan mutlu olmak aslında anlaşılmak değil ancak hayata karışan varlıklar olduğumuz kabulü üzerinden hareket edersek algıların kapanıklığı ve koşullu duygudaşlık derin bir yalnızlığı doğuruyordu… Münzevi bir hayat yaşanılmayacağına göre dengeyi bir şekilde sağlamak gerekir… Belki bazı şeyleri feda etmekten geçiyordur yaşam...

Çıldırtıcı bir sessizlik pencereden dışarı bakar, kargalar kelebekleri kıskanır… En çok gözlerindeki hüznü severim ben… Ve insana evsiz olduğunu unutturan gamzelerini…

Ve…

Bir yalnızlık kalır elimizde…

Sonra aynayla konuşuruz, yalan söyleriz sonra, kalabalığız deriz… 

21 Temmuz 2015 Salı

Çizgisel Bilinç



Her geçen gün gerçekliğini kaybediyor hüzne sığdırdığım küfürler…  Küçük bir Frida yaşıyor gözlerimde… İçimden soğuk nehirler geçiyor… Çevrede uçuşan hayaller tutsak ediyor hasta bilincimi… Tanrı beni duyamayacak kadar yükseklerde, hayat ise bir erk biçimi…

Zaman ve mekân mefhumu siliniyor git gide, iki düşünce arasındaki kanyon oluyorum... Bazen de çürüyen bir ağacın muğlak kökleri… Hayatın yorgun çığlıklarını dinlemek umutsuz bir kapana dönüşüyor varoluş mucizesi içinde… 

Büyüttüğüm bir bitkidir artık ölüm, susuz yalnızlık gibi sarar gövdemizi…  Yalnızlık reddidir birazda… Rutin,  dingin kişisel bir uçurum oluverir, baştan yazar Tanrı oyunu…

Getirir insan kendi suretini gözünün önüne, başlar sonra gökyüzünden beslenmeye… Çalışır kazanmaya inişten önceki mükemmeliyeti… Bilgi ırmağının kenarında heba olur zaman... Sıkıştıramaz kimseyi doğru zamanın içindeki bir dilimin içine…

Her şey vakti geldiğinde olur, tek kutsal “korkudur” der ve üfler muhteşem neyzen batın efendi… 

Ve…

Birkaç hakikat kalır elimizde...


Sonra anlayış denizine atarız kendimizi,  yalan söyleriz sonra,  boğulmadık deriz… 

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Neva



Biri ışıkları kapatabilir mi artık?

Sırt çantamda düşlenilmekten ölmüş dişi kuşlar var ama bilirsin yaşam payını alıyordu penceresine düşen yağmurdan… Kim bilir hangi kalabalıklara karışıp ne kadar düşleniyorsun şu an… Ölümüne sebep oluyorsun başka dişi kuşların istemsiz… Bilsen kaç düş gömdüğümü senden sonra, üzülürsün sesimin gökyüzüne ulaşmayışına…


Yeryüzünün yaşayan tüm varlıklarının sonsuz yalnızlığının, açık ve seçik özünü tırmalamasına sebep uçsuz bucaksız aydınlığı arasında var olmaya çalışan gökkuşağı kadar ümit vaat ediciydi tenin…


Tarifsiz hevesler içinde karaladığımız tüm satırlar buluştukları yerde huzur bulsunlar diye koruduğumuz sükûnetimizi kollamak zorundaydık, işte bu noktada tüm kaçınılmaz çatlak sesleri duymayı unutup kulak vereceğimiz yer gene kendi parmaklarımızdan dökülen seçilmiş gözyaşları ile anlaşılmaktan başka kaygısı olmayan bir hikâyeci olmalıydı…


Ama biliyorsun sonsuz değil zaman, içindeki tırtılların kelebeğe dönüşmesini bekleyecek kadar. O zaman anlatırsın perdeyi aralamadan;


Kişiliği eti üzerindeki deri, vicdanı derisi altına gizli, bir şizofrenin çektiği tanrısal acıdır yaşanan…


Ve…


Beceriksiz narsist bir duruş kalır elimizde…


Sonra ateşe veririz kendimizi… Yalan söyleriz sonra, yanmadık deriz…

19 Temmuz 2015 Pazar

Koridor



Hamaldan bozma İkinci el bir koleksiyoncuydu kendi, ikinci el sebepler biriktirmiş… İçinden ona açılan pencereden izleniyordu biriktirdiği solmuş sanrılarına yağan naif yağmur.

Hiçbir düş yansımıyordu aynadan… Sanki her şey bizim için yazılmış kof bir masal, ardışık varlık örgüsüne atılmış bir başka anlamsız ilmek... Kokuşmuş birer masalız nihayetinde… Sen olmadan bu masal bir şeye benzemez sandım ya… Hayat bir anekdottan fazlası olmuyormuş sensiz…

Tanrı’ya karşı kürek çekmektir yaşam… Hep birlikte sürüldük… Dokun bana, sakla göçebeliğimi ruhunda ki vazgeçsin suç ortağım olmaktan o bakir nihilistik sanrı…

Gördükten sonra seni anlamsızlaştı Tanrı’nın neden kıyas kabul etmediği düşüncesi… Tekâmülün aşkın bir şey olduğuna karar verdi ruhum Zeus’a inat…

Boynu bükülmüş, kuralsız bir oyun içinde mahsur kaldık… Sattık ruhumuzu sonra ikinci el pazarında… Tam bir buçuk adet… Kafamız karıştı… Üşüdük…

O kırılgan sandıkları delinmez postumuzun altında kendimizden bir parça saklayabilirsek eğer güdemeyeceklerdir bizi...

Ve…

Yeşermiş sanrılar kalacak ellerimizde…


Sonra, sonra yalan söyledik, delirmedik dedik… 

18 Temmuz 2015 Cumartesi

İzafi Hakikat



Bir izafi hakikat bulduk sığınarak bilinmezliğimize… Korka korka atıyor adımlarını us dediğimiz kâbus… Raskolnikov utanıyor sebepsiz… Kendini yok sayınca varlığı seçip ortaya çıkaracak başka birisinin bulunması gerekiyor…

Rehber oluyor Kervankıran göç yollarında… Soğuk yerlere göçüyoruz sakar kuşlar gibi… Birbirini ispat edemeyecek kadar bağımsızdı her şey… Kederden içiyorduk bu izafi hakikate…  

Bir cigara içsek kim olurduk mesela… Ben Tristan sen Isolde? Olurdu bana yeryüzünün bütün suları iksir… Sarılınca sana, utanırdım üşümeye… Sevişmek bir okyanus üzerindeki şiire benzerdi, yalın, lirik ve derin…

Ve tek şahidi bendim bu izafi sevişmenin…

Kanatları kırpılmış kuşlar gibi bekliyoruz ardında kapının ancak kilitlemiş kapıyı beyaz tavşan… Oyuna geldik yine, küçüldü düşler… Aleyhime delil oluyor kendi pencerem… Hangi gölge daha izafi görünür penceremden? Hangi iz düş’üm daha dağınık?

Kırmızıya boyadı beni Alice... Halbuki renk körüydüm ben... “Kabuğun çok kalın” dedi kırmızı kraliçe…

Ve…

Bir sandık dolusu istihza kaldı elimizde…

Sonra, sonra utangaç bir bıçak dayadık gırtlağımıza, yalan söyledik sonra, korkmadık dedik…

16 Temmuz 2015 Perşembe

Fasıla II



Değ bana..İçinde kaybolduğum masal kırık parçalarımı yapıştıracak kadar anlatılmadı bana… Kimse kirletmedi beni kendimi duygularımla kirlettiğim kadar… Yüzleşemeyeceğim kadar yalnız, yüzleşmemek için daha çok sapan ve bu yüzden yüzleşmenin daha zor olduğu beni görün uçurumun kenarında. İtmeyin beni, itmeyin… Atlamak itilmekten yeğdir nasılsa…

Vazgeçmeliyim bakmaktan aynaya… Görmemeliyim omzu dikleşmiş gururu… Ama nasıl verilirdi yüz yirmi farklı sorunun her birine üçer farklı cevap… Nasıl tamamlanırdı çember?

Her yasta bir ümit var mıdır? Hastalıklı mı insan yoksa?

Kutsanmış akıllı kuklalardık, yarının bahçesi olan dünde asılı kaldık. Sahiplendik kimsesiz, soysuz kan kokusunu bizim olmayan bir yerde…

Düşmekten korkan bir kuş kadar özgüvensiz, uyuşmuş, uykulu beden miydi tahta sandıkta başlayan yolculuğa açlık yoksa sendeleyen cümleden çıkan anlamı mı fazla ciddiye aldık…?

Yol göstermeye çalışıyorum ruhuma bütün istikametler kuzey… Yürüyemiyorum yol uzun, güvenmem lazım teşrifatçının 6. hissine…

Ve...

Bir uçurum kaldı elimizde

Sonra, sonra kendimizi astık sokak lambasına, yalan söyledik sonra ölmedik dedik…

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Fasıla





Değme bana… İçinden yaşam akan gözlerim yok benim hala… Yıkık duvarlarımı gizlemek için astım bütün hüzünlerimi duvara…

Yedi ceddine sövecek pişmanlıklarım da olmadı benim… Koşullu değildi çünkü yaşamda hazır bulunma sebebim… Kaybedeceklerimiz kurduğumuz hayallerin gölgesinde beklesin azıcık… Kendime sorduklarım hayata soracaklarımın fazlası olsaydı ezilir miydim altında?

Milyonlarca değişkeni olan yaşam hakkında kesin yargılara, öngörülere varmak tuhaftı benim penceremde… İsterdim erozyona kurban gitsin üzerimdeki ölü toprağı… Ancak izin yapıyordu yağmur tanrısı ve bilmiyordum edecek tek dua…

Prag başka bir şehir artık diyorum sana. İlaçlamışlar… Gregor’un mezarını bulmaya çalışıyorum ağlamak için… Babam eşlik ediyor.  

Kimisi örterdi kusuru, kimisi görmezdi… Kusurun estetiğini görmeyi akıl edemedi insan… Yoksa buda mı estetikti?  

Verdik hayallerimizi rehine, başkası aldı… Birine göre iyi bir düşçü asla uyanmazdı…

Sokak lambasına asılı bir urgan kaldı elimizde.
Sonra, sonra kendimizi boşluğa atıp el salladık arkamızdan, yalan söyledik sonra, üzüldük dedik…