27 Aralık 2016 Salı
Intrinsic
Kuklalar iblis ilahileri söylüyor içimde
Sonsuz varlığa verdiğim söz rencide etti beni
Lekesiz hazlar gibi sessizleştirildi uslu renkler
Arzunun mesnetsiz duvarları yıkıldı bir bir üstüme
Kutsal kitaplara sığmayacak kadar günahkarım
Daha fazla yaratılışın gölgesine saklanmıyorum
Doğrudan yanlıştan bağımsız aramaktı huzur
Karanlığımda, içimdeki gölgeyi arıyorum
26 Aralık 2016 Pazartesi
Kapı / 7
Kapı / 7 Midway
Kaybolmak üzereydim tuttuğum yolun tekinsiz bir yerindeDevinimsellikten uzak bir farkındalıkla soluyordum korkumu
Seher yeline karışan kayıp seslerin ıslıkları gibi
Duvağını kaldırıyordum gizli kapının tahta yüreğinin
Yaşlı ruhumun köklerinde can verdi kırmızı yapraklarım
Kendimden göçüyorum her sonbahar yansımasında
Maskeler yüzlerinde taşıyor gizemin kokusunu
Anlamını bilmiyorum bu umarsız dinginliğin
Sessizliğin ortasında parçalanmış tümceler gibi Tanrı'nın eli
Altıncı mührü açılmış bir iç yıkım gibi anlamını yitirir ışık
Oysa tereddütsüz sığınmak isterdim puslu karanlığına
Kuzey diliyle fısıldayabilseydim kulaklarına tınısını kırgınlığın
Kaosu hakir görecek kadar bilinçdışı davranamaz gölge varlıklar
Kafir putlarla donatacağım içgüdülerimin kara mabedini
Sitemsiz ve şükürsüz gözlerle bakıyorum sıralı olaylar örgüsüne
Kusurlu varlığımı acılarıma ulayacak bir köprü değil artık hüznüm
23 Aralık 2016 Cuma
Slide Away
Ve kalkanını kuşandı gece
parmaklarındaki izler kaldı duvarlarımda
küçüldükçe gerçekler büyüdü düşler
kayıyor ellerimden bu ihmalkar sevda
histerik sayıklamaların ihtiras nöbetlerinde
yok olup giden sevgileri içselleştirdi anlamını yitiren kelimeler
lanetli bütün ibadetlerim
dudaklarımda dilini bilmediğim yakarışlar
çorak topraklarında ölümsüzlüğün
kanadımızdan düştü huzur, yükselmek aşkına
vaktimi bekliyorum usulca
daha bir kasvetli şehir sensiz
daha bir kaybolmuş
taşınmaz oldu kırgınlığın
her imge doğuyor yoksunluktan
içimde puslu bir ıslık
kirli bir senfoni
21 Aralık 2016 Çarşamba
Untitled
Bilince sığmayacak kadar büyük bir tutku bu
gölgeni karanlığımla öldüren
gururu yaralayan kısmi bir sızı
baharlarımız tek renk
kanıyor avuçlarımız vurulurken budalalığımız
nesnesi savruk bir kabulleniş oluyor hayatlarımız
birbirimizi gömüyoruz avuçlarımıza
İçine düşüyoruz parçalanmış gündüz düşlerinin
kanıksadığımız yoksunluklarımızı taşıyor omuzlarımız
özlemini taşıyorum kanatlarımda
gömmeli ruhumu sessizliğine
kimse ol ve dokun benliğimden sızan beyaz lekelere
ruhumda silinmeye yüz tutmuş bir kaç iz
hüznün eflatununu şehre ular düş
platonik aşkın en müfteri mürididir köhne karanlık
dilimizde meraktan bir göç
yollar çok yaşlı, yolcular kırık
kendini incitmişlerin ayini başlamıştır artık
18 Aralık 2016 Pazar
Saplantı
Tecelliyi işlevsiz kılar
bilinçsiz yürünen yolun rastlantısal kaderi
gereksiz açılmış bir parantezin içindeki anlamsız
açıklama gibi
kuzey rüzgarına bulanmış kötürüm bir histeri
aynı anlamı yüklendiğimizi unutacak kadar bulanık
zihnimiz
taşırız heybemizde öncesiz kadim düşleri
o kelimelerin münasebetsiz anlamlarıyla şekillenen
lisanda susmak
kapatır çekim alanından çıkmış bir illüzyonun izlerini
15 Aralık 2016 Perşembe
Kare
Gökkuşağından çiy toplayan bir ressam gibi
Üstümüzde ılık gözyaşları, yitmiş pişmanlığımızın
Doğrunun izdüşümü eğri oldukça, tasdikler ikilemi
Sakıncalı urganlarla bağlar kuşkuyu vicdanı bu sefilin
El yordamıyla keşfettiğim yönsüz yolum tek kalkanım
Bir parçasıydı gülümsemem Tanrı denilen delinin
Ve duvarlarından bir tür şekillenmiş ölüm sızar
aidiyetsiz köhneleşmiş düşlerimin
14 Aralık 2016 Çarşamba
Ritüel
Putlar sessiz ve donuk,
Kendi kehanetinin mabedinden uçur kırlangıçları
İtaatimiz gizemin buyurgan gülüşüne
Hezeyanlarından biri daha arşa yükseldi ve taptı seyyah
Putlar sessiz ve donuk,
Göklere yükselirken eller üzerinde:
İkame edilemeyecek bir hayalin yok oluşu şerefine
Yas töreninde hazır bulundu gerçeklik
Mâbedlerde uyandırdık Tanrı'nın utancını
Görebilir misin ışığın içindeki karanlığı?
13 Aralık 2016 Salı
Bir Çöküşün Anatomisi
Sarhoş ve umursamaz bir kaybolmuşluğa gömülmek
yitip gitmek, henüz gökyüzünün dokunamadığı bir kar tanesi gibi
kendi sınırını yüklenmiş
öfke artık o kadar güçlü değil
tahammül lazım görmezden gelinemeyen kadere
onaylamak zorunda kaldım, kendime rağmen
bana bağışlanmış bütün anlamları
kapandı mütenahi küstahlığımın yaraları
uzandığım her kapının kolu kirli
bir darağacı gerek ötelenmiş düşlere
iblisin kanatları kadar siyah ve ifadesiz
arınmak için fazlaca günahkar içimdeki melek
kaderini kederine kaptırmış bir hilkat garibesiyim
benden kopan her parça biraz lanetli
Kim teselli edecek içimden kovulmuş beni?
iki yol yürümek için fazla değil mi?
der ki özgecil Tanrı;
her şey bir sonuç olarak meydana gelirdi
yazılır bir kenara gölgemin karanlığımdan şikayeti
11 Aralık 2016 Pazar
Dawn
Durakta unutulmuş bir valiz kadar kırgın
incinmiş insan maskeleri
Ben,
tüm lisanlara yabancı bir ketum
cevaplayamadım
gölgeli bilinç bilmecesini
gururum çıplak geziniyor baharda
avuntu düşlerim kanatıyor maskelerimi
doğurganlığının rengine bulanıyor
duvağının rengi
tutunmaya çalıştıkça ahengine, parmaklarım titriyor
bu koridor çok dar,
boğuk haki
içimde dünün ağırdığı gibi
içimde kutsal çilenin demi
26 Kasım 2016 Cumartesi
Seyir
Kâğıttan limanlardan medet uman gemilerdik
Dalgın ufukların bataklıklarla kesiştiği yerde
Lisanın ruha ulandığı her yerdi
İçinde debelendiğim kararsız uyku
İçinden şarkılar söylüyordu ölüm
Üstümüzde zamanın çığ gibi iniltisi
25 Kasım 2016 Cuma
Retrospective
Zaman acıtarak kesti bilincimizi sorusuz, lisansız
Damıtılmış çiğ arzulara indirgendi günahlarımız
Ellerimizle gömmüştük yazgıyı seçimlerimize
Hayal kurmaya ihtiyaç duymayacak kadar çabalamalıydık
Ne kadar çok hatırlarsak o kadar çok keskin
Boynumuzdaki ilmeği edinmişti geçmişten yankısı silik anılarımız
22 Kasım 2016 Salı
İz
Yazgısı kaybetmek olan bütün korkaklığımla uzanırım sana
Sen, zamanın ve mekanın ötesinde öylece duruveren kişi
Düşlerimin enkazının altından sağ çıkma ihtimaliydin
Adı konulmamış, lanetli bir öykü betimledi bizi
Adlandırılamayan bir lütufkârlıktır içine gizlendiğin zaman
Adın, ruhuma fütursuzca değen kararsız bir parmak izi
21 Kasım 2016 Pazartesi
Alienation
İnsan algısının kavrayamadığı bir düş ile kayboldum
Tüm tanrıların düşüşlerini az öteden izlerken
Ben,
Kendinden başka güleni olmayan bir palyaço
Erdem olmaktan caydığında sahtekar sadakat
Boyun eğdirecek yalnızlığa tahammül edilemez utanç
20 Kasım 2016 Pazar
Kaygı
Kendi varlığımın idrakinin cebriyle tamamlamak istedim varlığını
Kendini yok edecek bir tecrübe olacak bu yaşanan
Edimlerimiz şüpheye yer bırakmayacak kadar keskin
Boşluk oluyor bütün gerçeklik, benden arta kalan
Doldurulan, var olanın arzusunun gerçekliğidir
Sürüklüyor beni bir korku, sebebi dünyevi olmayan
19 Kasım 2016 Cumartesi
Yüzleşme
Güvenmekle yetindim hayatıma yol çizen olasılıklara
Yazgının istemine uyduramadım olanaklarımı
Ben, beni yaratan eylemlerin bütünüydüm
Ben sorumluydum bütün patikalardan
Bireysel öznelliğimin içine hapsettim edimlerimi
Paramparça bir maske üzerimde
Bu kadar ağır
Bu kadar sahte
9 Kasım 2016 Çarşamba
Yolcu
Özlemin uzamıdır yolcu dediğin
Tanrı'nın izi hala taze ve sıcak
Mesafeyi bulandırır esrik yanımın naifliği
Çırılçıplak bir belirsizlik, yokluğuna kanıt arayan
Yağmura bağışlamalı yük sayılan ne varsa
Heybemizde yarım tümce, aksak bir kelam
Bundandır müptezel ruhumun yama tutmaması
İnkisar ile yadsırım, kanıt gerektirmez sevdam
7 Kasım 2016 Pazartesi
Sürünceme
Tutulmayan sözlerin yoludur kendini gerçekleştirmenin ispatı
Kırgın bir nehri andırır günaha yaslanmış gözlerin
Üstümüze örttüğümüz sebâtkar bir yalandır kalkanımız
Saplansın kederime lekeli bir okyanus kadar çıplak olan ellerin
Yanlış yolda yürüyen adamın meraklı gözyaşlarıdır onu sürükleyen
Düşmemizin tek tanığıdır nefret ettiğimiz beklentilerimiz
Öz bellediğimiz bütün yansımalar yanaşmalarıdır ruhumuzun
Yıkılır içimizde sevgilinin ayak izini taşıyan, yas tutan şehir
6 Kasım 2016 Pazar
Scab II
Yankılanır deliliğe karşı fısıltısı kaybetmenin
Ve artık kelimeler olmayacak, pusulayı yok edeceksin
Şekilsiz bir isyan başlatırım aynı bilinçsizliğin tezahürlerine
Eskidikçe daha bir naif olan bir kinin gölgesi düşmüş suretine
Geceyi çağırırken ağzımdan düşürdüğüm kanayan puslu ıslık
Yalınayak mesafelerdir acıyı büyüten, vaat edilmiş pişmanlık
Kendinden öteye gidemez bizi yurt belleyen ağıtlar
Karasız karanlığın kollarında gölgemize ait kırıntılar
Ve adsız, rastgele bir arayış sessizliğin sonsuz boşluğunda
Gamzelerinden ölmeye başlar sevgili, yaralı bakışlar arasında
1 Kasım 2016 Salı
Reflection
gerçeğin ilkelliğinden kaçınmak için dilin kavrayışının ötesinde
acılarımız saydam, sınırlarımız yaralı kutlayalım günahlarımızı
sensizliğin adı asalet olur yalnızlığı mübah kılan
toprak kadar ebedi sevgim, kilidi gurur olan bir yanılgı
ayıkladım gökkuşağından gözlerinin hüzünlü rengini
kuşlara şarkı besteleten gözlerinden kırgınlık yansıdı
25 Ekim 2016 Salı
Abaddon
İki büyük yarımdı hedeflediğimiz tutku
Yorgun ve uyku geçitlerinde unutulmuş bir dize
Yasak dualar yatıyordu ölümün bekaretinde
Bense ölü kırçiçekleri biriktiriyorum ceplerimde
Berraklığıyla bizi izlerdi bir ayna
Katiyet yeterli değildi katatoninin mantıksal çekimine
Yanılgının tarihi, aforoz edilmiş saflığın tarihiydi
Sessiz karanlığa söylenmiş ilahiler dillerimizde
Ölümün sufle verdiği oyun kadar bulanıktı giz
Hatırlatır bize sağırlığını duvarlarımızın yaşam denilen acele
Bir gizeme açılan sefaletin soğuk basamaklarında
Tanrı bizi onurlandırır edilgenliğiyle
Her şey birin içindedir, bir her şeyin
Hiç ulaşılamaz olan nihai sınırlarda tamudan korkmak niye?
23 Ekim 2016 Pazar
Hues of Vicious Circle
Ve ötesinde, bunun ötesinde bir şey
Dili çürütüyordu mekanik anlam sürekliliği
Sessiz bir ordu gibiydi beyaz ölüm
Sakar kuşların gözlerinden damlayan utanç gibi
İç çeken bulutların dilinde bir ağıt
İlahi derinlik altında kıvranan sezgi
Savaşın başladığı yerde tapınağımızın duvarı
İlahi bir dille çizilecek kutsal gözleri
İhmal edilmiş bir bahçe belleklerin yankısı
Bir süre sonra döndük isimsiz, yargılarken yıkık şehirleri
Boşlukta sürüklenen tuhaf tanrıların uyumsuz yankıları
İkna ederken büst gibi katı bir belirsizlik bizi
Sessizce bükülen karanlık bir rüzgarın zayıf nabzı gibi yürüyorduk
Ev belledik ruhlarımızda beyaz bir leke gibi kalan özlemi
Ve bozguna uğramış, ağır yaralıydı sessizlik sınırını aşamayan birçoğum
Edilgen bir başkaldırı teselli eder kurtulmaya çalıştığımız 'ben'leri
Epik bir vurdumduymazlıkla yanlış yolda yürüyorduk
Adsız kalan bütün korkularımız, acemice çizilen sınırların izleri
21 Ağustos 2016 Pazar
Epilogue
Bütün ihtimallerden muaf bir ihtimalle belirledim belirsiz yolumu
Birbirine yaslanan devinimden uzak kişiliklerimle bitti hesabım
Yitik tanrıların ulvi arayışlarına dair bir şiir gömdüm haneme
İstilaya müptela olacak kadar günahkar bir çaresizlikti üstünü karaladığım
Dışına çıkılamayacak kadar geniş sınırlar barındırırdı soruya ihtiyaç duymayan cevaplar
Ve benden arta kalanlar ucu kırık bir tebessümle örüyordu dünün düş ile ilişkisini
Ve yurtsuzluğumu, kimliksizliğimi fısıldıyordu bana ıslık çalan rüzgar
Tanrılar adil dövüşmeyi bilmezmiş,
Ve bildiğim son kapıya doğru yürüyordum!!
18 Ağustos 2016 Perşembe
Kabulleniş
Endişeli masallar nakşettin içime o küçük ellerinle usulca
Nasılda deniz sularının ötesine emanet ettim telaşlı akşamları
Yenilginin aynadaki yüzüydü kronolojik bir yıkım olan zaman
Dünün izleri lanetledi ümitlerimi çürüten o dar pencereyi
Adı konulmamış sökük bir gökkuşağı betimler seni
Oluyordun imkansızın gerçek kılınabilme ihtimali
Eski püskü bir bulutun kapladığı gökyüzüydü acıtan tenin
Anlamsız şiirler ve kör uyaklarla sarmalıyorum sendeki beni
11 Ağustos 2016 Perşembe
Patika
Kimseye fark ettirmeden göçüyorum eskimiş sözcükler diyarına
Patavatsız Tanrı ile patikaları belirleyen zarları atarcasına
Köhne sitemlerde tutkusu recmedilmiş asil yalnızlığın
Ardılı olmayan çirkin insanlardık yazılan fani destanlara
Rüzgar değmeyen ağaçların mabedindeki bu ayaz neden?
Yarası ezelden ahir zamanın iğrenç nasihatleri koynumda
Hayat denilen sebatı densiz zulmün melodisi aksak olurmuş
Saydırıyorum tek tek hüzünle namlı içimdeki şehrin kapılarına
6 Ağustos 2016 Cumartesi
Impenitence
Senin gördüğün onun yanılsamasının benim hakikatimi terk edişiydi
Ellerimde bir parçam can verdi az önce, anla beni
Kelimeler afaki bir duvarı korkunç bir gerçeğe eviriyor
Düşmeyi kabullenmeyişim kadar büyük bir yalan bu
Çünkü ben kaybedenlerdenim, sense çiğ zaferlere doygun
Beni yanıltan bu netameli, karanlık gölgemdi sanırım
Karanlığa saplanmış yanımı gözardı ediyorum
Geriye kalıyor zamanla kavgaya tutuşan silik pişmanlıklarım
30 Temmuz 2016 Cumartesi
Kuyu III
Sakınıyorum artık kendimi hayallerimin siyah beyaz semasından
Kalmayı bütün varlığıyla reddeden kimsesiz bir uzam ardılı
Kutsaldır çaresizliğe tebessüm etmek kuyunun içinden
Eksik matemin çıkmazına siner yalnızlığın soğuk yüzü
İlgi muafı bütün dilek ağaçlarını ateşe verdim
Şüphesiz Tanrı'nın beni terkettiği doğru değildi
Kimse tanımazdı beni sahiplenen Tanrı'mı
Yuva ediniyorum ruhumdaki psikotik belirsizliği
Artık tek dayanağımdır soysuz bilinmezlik
Kanayan avuçlarımın inzivasıdır her patika
Dualarıma sığmayacak kadar eksik benden kalanlar
Çamura bağışlarım en lekesiz yanlarımı
Bir avuç toz gibi içimdeki şehrin duvarları, esintiye kurban
Sığmıyor çocukluğum hiç bir bavula, yarım göçüyorum
24 Temmuz 2016 Pazar
Ve
Ve tebessüm ödünç aldı senden gamzelerini
Ve isminin tınısı karıştı acıtan uzaklıklara
Ve demlendi vuslat sahte umudun gölgesinde
Ve senin pencerenle birlikte öldü en güzel yanım
Ve her şey biterken geriye kaldı yapmadıklarım
Ve heybemde hayal gücüne bulanmış gerçeğin ayak izleri
Ve sınanmaz içindeki tüm çatışmaları kaybetmiş biri
17 Temmuz 2016 Pazar
Döngü
Yüzün kovulduğum cennet bahçesiydi
Gözlerimde aşağılık bir trajedi
Sessizce terk etmeliydim kendimi
Kırgınlıklara hapsolmuş uykum
Senden başka kıyı bilmezdi
Kendi yarattığım yarım esaret
beni recmetmeden hemen önce gelmeliydin
Vakit doldu, gitmeliyim
13 Temmuz 2016 Çarşamba
Vaziyet
İlkbahar göğünde çiy toplayan kızıllık gibi
Defnediyorum içime yüzünün en bakir halini
Nedenselliğin saygınlığını hiçe sayarcasına
Keskin bir bıçak gibi saplıyorum avucuma sensizliği
Biliyorum, susmazsam eğer kaybolacağım
Mayamda üç dizelik bir nergis çiçeği
Keskin yanılgılarınız beni günahkar ilan eden
Öze giden yol miras bırakılan en büyük ihanetti
4 Temmuz 2016 Pazartesi
Esinti
1)
Düşe alındı
masallara saklanmış eğreti şiirler
Zaman tanımladı
gökkuşağı çalınmış çocukları
2)
Karşılık
beklemez bedeli ödenmiş kimsesiz kimlikler
Hafızam bıçak
olmuş, geçmişim bileme taşı
3)
Parmaklarımla
gamzelerine dokunmakla başladı tarih
Ben, kahramanı tarafından
terk edilmiş bir roman
4)
Adını özlem
koymuşlar bu rotasız yolculuğun
Tecrit edilmiş yalınayak
bir gözyaşıdır artakalan
5)
Bir yağmurun düşü olur anlatıların en naifi
olan masalına yağmak
Huzur denilen
köhne sandal demirlenmiş gökkuşağına
6)
Mayası bozuk güzel dünyadan hızlıca geçtim
Yerel sancılarımı katık ettim cigaralığıma
7)
Kefene sığmayan hasret, düşten artakalanlarla sınanır
Bahtımızda
mahsur kalmış bir yoncanın tanıklığını vurdular
8)
Bir şiire astım
kendimi ikindi vakti
Masamda incir
rakısı, heybemde seyyar efkâr
9)
Nihayetinde
sahiplendim içimdeki hergeleyi
Minnetin
nefrete bulandığı yerdeyim
10)
Söylesin gökyüzüne kefen biçen, harmanlanan yalnızlık
Kaç sürgün gerekir aidiyeti geride bırakmış olmak için?
11)
Adı özlem olan bitmemiş
masallara kalırız gebe
Bir uçurum dolusu tebessüm gamzelerinde asılmalı
12)
Bir savaş karşıtının uğruna savaştığı çiçek gibi
Zamanın tanımı ol, düşülen pusuya alışmalı
19 Haziran 2016 Pazar
Gerçeküstü Huzursuzluk
Gücüm nefretimin katili empatimden… Ama o karanlık mesafeler... Ruh içine gömülmüş artık tutmayan derin yamalar... Patikaları hırpalanmış uzun bir yolun kahramanıydım... Yani herkes gibi… Yani bir miktar kendim... Sizin istediğiniz ben ile kendimi takas etmek en büyük ihanet olurdu kendime... Ya da istediğim ben ile kendimi mübadele etmek… Olduğu şeyi reddetmeyen az kişiden biriydim, bahanem bakış açım... Tolerans, umursamazlıktan süzülen en ağır bedel tespitini yapamayacak kadar ürkek bakış açım… Nihayetinde hepimiz tercihlerimizle gömülecektik... Erinçsiz bir devinime tutsak edildiğini dillendiren parçam kimsesiz uzun süredir. Diğer parçam Dali tablolarındaki güneş kadar soluk, ilahi bir iğrençlik içinde. Sırtıma yük kambur düşlerimin anlamıydı bensizliğin acısı... Beni tanıyacak değil, yaratacak bir çift göz lazımdı boşluğunda tutkuların... Ancak ben doğuştan kördüm... Hayır, hayır… Aslında doğuştan korkak... Doğduğu şehirden hiç ayrılmamış bir pul koleksiyoncusunun pullarını ateşe vermesi gibi ateşe verdim anılarımı… Elimde iç acıtan bir tebessüm kaldı yadigâr… Sonra, henüz seslendirilmemiş anlatıların hüküm sürdüğü arka bahçemde kara kızıl umutlar serdim tüm münasebetsiz çelişkiler üstüne... Bir dilden, sığınağım demeye mecbur bırakıldığım bu lanetli kente iltica etti öznem... Sustum...
Sessizliğimi tasnifsiz ve mütemadi bir anlatı olarak dillendirip daimi kılıyorum hikâyemi… İnkârım bu yadsınamaz susuşlarımın arasında izole bir Tanrı gibi tek başınalığımın basit bir yanılsaması sadece... Varoluşuna karşı durduğum bir patikanın yegâne yolcusu olmak bile hafifletmez yükümü... İlahi bir rezaletin pervasız tekerrürlerine göğüs gerecek gücüm yok... Uzamın sınırlılığını yadsıyıp ‘olmak ya da olmamak’ dilemmasına yönelen Tanrımın çıkarımlarını sonsuzluğun içinde süreksizleşebilen zamana hapsolmuş biçimde yargılamak .................… Bu ulvi bir tesadüfmüş gibi görünen gereksinim, zorunlu bir uzlaşmadan önce şekillenmiş köklü bir yazgının tezahürü sadece... Ve tek tanık ben olacaktım Tanrının katline ve bilinmez şeyler peşinden bilmediğim bir şekilde ilerleyecektim... Nevrotik bir ihtilaldi bu, gassalın gözlerindeki ölüm korkusu kadar masum, yönünü kestiremediğim bu infaz... Sırrım tanık, nokta yok olur... Evlat edinilir zaman bir kum tanesi tarafından... Bütün kötülükler renksizdir… Tevazuya boyun eğen yanım ondan biraz saydam… Kibrin kılavuz olduğu diğer yanım ise rüzgârın insafına kalmış bir yaprak oldu… Düştüm…
İçine düştüğüm adap bilmez boşlukta arif oldum kendi hakikatime. Nokta tanımanın, çizgi bilmenin esasıdır dedi içimdeki meczup… Us sizi, devingen zaman içinde belirli bir varoluş resminin içine yerleştiremiyor. Ben bütün kutsiyetlerden muaf hakikat ile riyanın kesiştiği somutlaşan bir erektim kahramanlar çağının çiğ zaferlerine kazınan... ............................… Kendimi vurabilmenin diyeti miydi bu? Eskilerin icrasından usulsüz bir hicaz peşreve özenle zulalanmış hüzün kaplar içimi… Bir ihanetin gözünün içine bakmak gizler utancı… Ay’ın denize armağanı yakamozda kaldı hamallığı kederin… Gömüyorum kendimi hiç tanımadığım suretler altına… Resmediyorum çirkinliğini maskelerini düşürdüğüm erdemin… Bana toplum dediğim kokuşmuşluktan miras kalan düzmece erdemin… Kimse inanmaz artık kanatlarımı budayan bu mesnetsiz yazgıya… Ruhumun ihtiyatsız tekâmülü olanca gücüyle yolunu keser soysuz antik kalıtların… Saatinden uzak bir kum tanesine miras kalır zaman… Kendi lanetini kendi yaratır insan… Sonrası en derin korkularımızdı… Sonrası biraz parçalanmışlık… Çürüdüm…
Oluştan kaynaklı hiçbir cinnet bizi onurlandıramıyor artık… Sancılı bir düşüşten ibaret içimizin toplamı… Belirlenmiş her nesne aslında bir özneydi… Uzam, zaman ve nedenselliğe bağlıydık göbekten… Yalın bir şimdi, yalıtılmış bir bitiş noktası yoktu… Tek kaynağımız, hayal gücümüzün giziydi, öncesiz nokta… Şüphe, hakikatin öz çocuğuydu… Yaşam diye adlandırabileceğimiz, mümkün olan hakikatin bir parçasını teşkil eden yanılgılarla sınırlıydı yürüdüğümüz yol… Kendimizi yitirirdik hakikat çölünde... Ve hakikat yaşam kadar kısa, sanrı kadar değişkendi… Zaman, kum tanesinden yavaşça… Önümde yürünmesi elzem olmayan bir yol vardı… Durdum
Kimsesizliğin adı asalet olur tevazuyu mübah kılan... Malumat ve kanaatler mütemadiyen yıpratır içimizdeki devinimi... Evirilmenin tek anahtarı sahip olduğumuz bütün kanaat anahtarlarını kaybetmekti… Bütün bir yaşamı yoksunluklar üzerine inşa edenlerin yerildiği bir cehennemden başkası değildir yaşam… Yoksunluk evlat edinilir bizim tarafımızdan… Septik duruşumuzun altında ezilir muhakeme… Kaybolur perspektif… Doğmak huzursuzluğun ilk adımı… Yaşam kaosa gebe… Değişim süreğen bir şey olduğu sürece şüphe kabullenişlerin en inciticisidir… Noktalar birleşir, ahenk yekvücut olur… Değişir bizi aciz bırakan, kavranması zor sınırlarımız… Kum yenik düşer çöken zamana… Bütünün tahammül edemeyeceği kadar keskin, bu gerekçeleri sabıkalı yaşam… Kanadım...
Olguların arkasında, görünenin, algılanabilenin dışında başka şeylerin varlığına inanç, içgörü kazanımlarının başkalaşımıyla boyut değiştiriyor… Katiyeti içselleştirmemizin, kanaati kurban vermemizin yegâne sebebi bu… Sonra, sonra tavaf eder kendini gölgemiz… Tanrıyı çarmıha gerer bize ait olmayan vadide ki bu iz sürüş… Sonu yokmuşçasına, bu kayıtsızlık… Bir eksiklik var, tamamlanması için şizofrenik bir yıkımı gerekli kılan… Enkazın altında kalır hayat harmonisi … Çünkü güçlü olmanın amansız mağdurluğu geçici haklılıktan geçer... Aidiyetten arınmış zayıflığa övgümüz… Zaman, kum tanesine denk oldu… Ermişlere özgü bir naiflikte demlendi yaşam… Duruldum…
Oluşun gölgeleri uzanırken zamana, hudutlarını anlamlandırmaya çalıştığım her şeyin yoklukta yankısını duyuyorum… Kaybedilen anıların mezarlığından çıkardığım acılarımı kronolojik olarak dizip yerleştiriyorum bavuluma... Hiçlikle sonsuzluk arasında duran soluk bir varlık sancısında demleniyor hayat... Kum tanesi zamanın katili… Adımlarım nihai noktama varamayacak kadar küçük… Yürüyorum…
5 Haziran 2016 Pazar
Allegorical Contradiction
Yalınayak
budist
bir
rahibinki
gibi
ayakabı
kutusunda
seyyar
varoluş
kaygılarım
Varlığın
edilgen
bir
ispatıdır
yaşamsal
tanımlamalarımıza
istençli
bir
yok
oluşla
oluşla
kıymak
4 Haziran 2016 Cumartesi
Engel
(1)
Çetrefilli düşlerimin gerçek kılınabilmesi ihtimaliydin
Her hâlükârda tanımsız kalmaya yazgılı bütün korkaklığım
(2)
Varlığımı içime hapsedecek yolunun reddiydi kesişimimiz
Zamana sıkışmış melankolik anlarımı geleceğime uladım
(3)
Anılarım boşlukta asılı duran zamana bir meydan okumaydı
Yaşananlardan müteşekkil derme çatma bir yoldu sığındığım
(4)
Varlığın ve nesne arasındaki sınır silinir bir an için
Aramızda bir duvar olur Tanrı'nın eliyle törpülediği ruhum
2 Haziran 2016 Perşembe
Daze
Hoyrat rüzgarlar içindeki itiraf değildir ispat
En şüpheli yanılsamam insan olmak zaafından
Hayallerimin en tehditkar rengi yankılanır öteden
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?
Kalbimin sandukasındaki cevhere sığmaz hiç bir düş
Günahkâr gözlerimdeki manaydı suretindeki çizgiler
En tutarsız gerçeğimdi sırtımı dayadığım duvarlar
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?
En can yakıcı tebessüsümün izinde bana küskün düşlerim
Asil bir gecenin suretinde kökü sınar kırılgan dallar
Geleceğe hapsolmuş anılardır beni bana sen kılan
Kimdi varlığını sakladığım içimdeki enkazdan gelip geçen?
1 Haziran 2016 Çarşamba
Sonra
Önce kendimi öldürdüm, sonra anlamımı
Kayıp ipuçları içimdeki cinayetlerin
Bir duanın kanıyla kirlense bile duvarlarım
Belirsizlik ve bilgisizlik arasındaki boşluktayım
Düşe sarılmak çaresizlik değil, oyun
Yamanmış kişiliklerdir ardıllarım
Sonra sanrılarımı öldürdüm,
Sonra taklit sığınaklarım
28 Mayıs 2016 Cumartesi
İmperfection
Postmodern bir
yanılgının içine doğmuş, gölgesiyle kapışan bir tutunamayan olarak vazgeçiyorum
öncüllerimden. Önümde dört tane yol var ve hepsi bana eşit mesafede. İlk kez
mesafelerin hepsi eş anlamlı benim için. Bu aslında, kaotik insan yığınlarının
sistemsizliği içinde durağan temelleri eşitleme zorunluluğundan başka bir şey
değil. Mutlakıyetin boşlukta sürüklenen yankıları umutla birleştiği zaman
çekilen acı postmodern bünyemde tahribatlara yol açıyor. Sınırsızlıkların
içinde yaşanması pekte tuhaf olmayan tüm pişmanlıkların gölgesinde dinlenmekmiş
sanırım bizi biraz huzurlu kılacak tek çare. Hayatıma sinen hiçliği ve
başkaldıran umursamazlığı ehlileştirmeye çalışmak olası bir iç çatışmadan
kaçmanın yegâne yolu gibi görünüyor… Kavramlar arası sınırları kaldıralı çok
uzun süre oldu ve sırf bu yüzden bana yaklaşan her insan bazen sekülerlik,
bazen evrensellik ve bazen de yerelliğe bulanmış bilgi aktarımı kisvesi altında
kendimi onlarla var ettiğim dallarımı budayan bir bahçıvan edasında … iyi
yoktu, kötü de yoktu hatta doğru ve yanlış bile yoktu sadece birbirine açılan
milyarlarca pencere… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…
Kendimi
tanıyamamak kendime dört elle sarılıp kendimi tanıma isteğimi bile canlı
tutamıyor artık.. İçimden birinin haklılığından midemin bulandığı gün kendime
daha çok sarılacağım.. Çoğul doğum ve çoğul ölüm arasında giden, rüyadan bir
yoldur artık yürümeye takatimizin olmadığı… Toplum içerisinde “Bir”e en yakın olan, en
dışlananımızdı.. Sonsuz ile bütünleşen kişilikler, kesinlikle toplum denen
olgunun artıklarıydı… Artıktık.. Düşüncenin şimdinin artığı olduğu gibi…
Yok oluşu
yadsıyarak kendini avutan insanlardan olamadım ben… Çok kolay değildi
öğretilmiş dayanaklara gözü kapalı sarılmak… Eğer uyanık kalırsam.. Yani fark edecek
kadar uyanık kalırsam… Sonsuz düşüm kati bir gerçeğe mi dönüşür? Ilık bir düş
serpintisinden içimize damlayan gerçek kimin gerçeği olur? Gerçeği geçmiş mi
yaratır yoksa biz geçmişi gerçeğe göre eğip bükebilir miyiz? Aslında hayatı
ıskalayamayacak kadar kaygıdan uzak ‘orada-olma’ mefhumuyla yaşayacağımız şimdi
geçmişe ihtiyaç duymayabilirdi… Dolayısıyla gerçeklik bizde refleks haline
gelen geçmiş tandanslı bir olgu olmak zorunda değil.. Peki ya ıskaladığımız
şimdiler? Evrensel gerçeklik?? Sanırım kafayı kaldırıp farkında olduğumuz güne
kadar geçen süre içerisinde debelendiğimiz derin kuyuyu bilmek ve yeterince
tanımaktır insanın kendisini tanıması ve bu durum gerçeklikten ziyade bir kurgu
üzerinden yürür…
İllüzyon!!
İllüzyon!!
Bakışlar
arkasına gizlediğimiz Tanrılar ölmeliydi belki de…
İnsanın
yazgısıdır salt acı, varoluşla süregelen… Kendimizle aramızdaki bütün köprüler
yıkık.. Biçim değiştiren sanrılarımız korkularımızı bir nebze olsun dindiriyor…
Usulsüz adımladığımız bir yol bizimkisi… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha
uzun, ne daha kısa…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)