28 Mayıs 2016 Cumartesi

İmperfection



Postmodern bir yanılgının içine doğmuş, gölgesiyle kapışan bir tutunamayan olarak vazgeçiyorum öncüllerimden. Önümde dört tane yol var ve hepsi bana eşit mesafede. İlk kez mesafelerin hepsi eş anlamlı benim için. Bu aslında, kaotik insan yığınlarının sistemsizliği içinde durağan temelleri eşitleme zorunluluğundan başka bir şey değil. Mutlakıyetin boşlukta sürüklenen yankıları umutla birleştiği zaman çekilen acı postmodern bünyemde tahribatlara yol açıyor. Sınırsızlıkların içinde yaşanması pekte tuhaf olmayan tüm pişmanlıkların gölgesinde dinlenmekmiş sanırım bizi biraz huzurlu kılacak tek çare. Hayatıma sinen hiçliği ve başkaldıran umursamazlığı ehlileştirmeye çalışmak olası bir iç çatışmadan kaçmanın yegâne yolu gibi görünüyor… Kavramlar arası sınırları kaldıralı çok uzun süre oldu ve sırf bu yüzden bana yaklaşan her insan bazen sekülerlik, bazen evrensellik ve bazen de yerelliğe bulanmış bilgi aktarımı kisvesi altında kendimi onlarla var ettiğim dallarımı budayan bir bahçıvan edasında … iyi yoktu, kötü de yoktu hatta doğru ve yanlış bile yoktu sadece birbirine açılan milyarlarca pencere… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…

Kendimi tanıyamamak kendime dört elle sarılıp kendimi tanıma isteğimi bile canlı tutamıyor artık.. İçimden birinin haklılığından midemin bulandığı gün kendime daha çok sarılacağım.. Çoğul doğum ve çoğul ölüm arasında giden, rüyadan bir yoldur artık yürümeye takatimizin olmadığı… Toplum içerisinde “Bir”e en yakın olan, en dışlananımızdı.. Sonsuz ile bütünleşen kişilikler, kesinlikle toplum denen olgunun artıklarıydı… Artıktık.. Düşüncenin şimdinin artığı olduğu gibi…

Yok oluşu yadsıyarak kendini avutan insanlardan olamadım ben… Çok kolay değildi öğretilmiş dayanaklara gözü kapalı sarılmak… Eğer uyanık kalırsam.. Yani fark edecek kadar uyanık kalırsam… Sonsuz düşüm kati bir gerçeğe mi dönüşür? Ilık bir düş serpintisinden içimize damlayan gerçek kimin gerçeği olur? Gerçeği geçmiş mi yaratır yoksa biz geçmişi gerçeğe göre eğip bükebilir miyiz? Aslında hayatı ıskalayamayacak kadar kaygıdan uzak ‘orada-olma’ mefhumuyla yaşayacağımız şimdi geçmişe ihtiyaç duymayabilirdi… Dolayısıyla gerçeklik bizde refleks haline gelen geçmiş tandanslı bir olgu olmak zorunda değil.. Peki ya ıskaladığımız şimdiler? Evrensel gerçeklik?? Sanırım kafayı kaldırıp farkında olduğumuz güne kadar geçen süre içerisinde debelendiğimiz derin kuyuyu bilmek ve yeterince tanımaktır insanın kendisini tanıması ve bu durum gerçeklikten ziyade bir kurgu üzerinden yürür…  

İllüzyon!!

İllüzyon!!

Bakışlar arkasına gizlediğimiz Tanrılar ölmeliydi belki de…


İnsanın yazgısıdır salt acı, varoluşla süregelen… Kendimizle aramızdaki bütün köprüler yıkık.. Biçim değiştiren sanrılarımız korkularımızı bir nebze olsun dindiriyor… Usulsüz adımladığımız bir yol bizimkisi… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…

25 Mayıs 2016 Çarşamba

İtikad



Kanatları 
kendine 
yük 
bir 
göçmen 
kuş 
kadar 
itikadım 
bahara,
yorgunum...

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Açmaz



Senin pencerenden baktığım bu kente alışamadım
Birbiri içerisinde dağıldı zaman ve uzam
Manasız kalmaya yazgılı bütün aidiyetlerden müstesna
Yağmuruna bağışladım ruhumun lekesiz yanlarını

Senin dokunuşlarınla yıkmaya çalıştığım duvarımı yıkamadım
Kefen biçtiğim öbür yanım oluyor, yalnızlığımın öteki yüzü
İhtiyacım var doğrulmak için gözlerinden akan bir tutam yaşama
Yarası kapanmayanlar umut diyorlar adına bu başkalaşımın

Senin tarafından kuşatılmış ruhumun bütün şehirleri, düşüyor
Antik ruhların gölgesinde kalmış kalbin pervasız savunması
İnanç, zamana karışmış itaatkar devinime en haklı itiraz
Duvarların saydam olduğu yerde ne beklenti, ne hayal kırıklığı

22 Mayıs 2016 Pazar

Muhayyile


Sonbahar rüzgârına yenik düşmüş bir defne yaprağı yüzün
Dudaklarındaki buruk tat hiç dile gelmemiş bir öykü
Yüzün ay ışığıyla yıkanmış cennete doğru akan ırmak 
Gözlerindeki parıltı gecenin karanlık yüzüne düşman
Kirpiklerin acemi yağmurlarda ıslanmış yalnızlık türküleri
Bir nefes alımı kadar yakın sesin kadim çingene ezgisi

ama ellerin, 
ah o ellerin
Her şey biraz eksik!!

21 Mayıs 2016 Cumartesi

İptida



Her yargı, içimizde hüzünden bir yığınak yapmış olasılıklar bütünü
Her olasılık adı telaffuz edilemeyen varoluşsal bir kısır döngü

Sen ruhuma yasladığım şiirlerin en özlem kokan kelimesi
Sen, aramızdaki uzun şehirler olan, içimdeki sızının ebedi yemini 

20 Mayıs 2016 Cuma

Yarım Şiir II



Sen gittiğinde silinmedi uzun süre ruhumdan pus lekeleri
Şehrin suskunluğa dönüşmüş sokaklarında telaşlı bir ayrılık
Geçmişten kalma yarımlığımın sınırını çizdi aramızdaki sessiz duvar
Kanıksamanın insan ruhunda açtığı derin yıkım kalıntıları barikatım

Sen gittiğinde yanılgıdan müteşekkil bir varoluşa mahkum edildi hiçlik
Sonbaharda üstüne çiy düşen hasret tohumunun ezgisi karıştı rüzgarına
Hayatımın tam ortasında senden kalma yarım bir öykü yolumun yükü
Giderken avuçlarıma iliştirdiğin tebessümünün hayali yama yaralarıma

Bekleyiş



Tek yürünesi yoldu son gülüşünden kalan gamzelerin arası köprü
Bütün görkemiyle batan günde ulaşıyorum düşe kalka dudaklarına

Arayacağım gözlerinin anlamını, yitmiş kaygılarımın başında
Dereceğiz çiçeklerimizi yüzüstü bırakılmış ruhların sandığında

Çaresiz ruhuma değen fırtınanın kokusunu soluyor olacağım
Sözlerim kıyılarına vuran, vurulmuş yaralı birer rüya

Bir esrime mevsiminde bize ait münzevi uçurumun yanıbaşında
İşitmesem de rüzgarın altındaki yürüyüşünü, bekleyeceğim sonsuzda

19 Mayıs 2016 Perşembe

Vague



Sözler muktedir değil anlatmaya boyası akmış şeffaf duvarlarımı
Yüzünü kaybetmiş bir sonbahara ihbar edilmiş yalnızlık
Gark etmiş gökyüzünün mavisini onulmaz bir kedere
Kumaşı delalet hayatın teninde kutsal ayrılık  

Vuslat kokan yapraklar bir avuç yalnızlığa gömülüyor şimdi
Cebimde savruk umudumun küfre boyanmış iniltileri
Bitişini gerçek kılacak bir masal olur suretinden gece
Tanımlanmamış özlemin öznesi olursun solgun tenimde

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Çile



Eskittiğim umutlarıma sözü var bize kırgın zamanın
Kokun, kıyısında oturduğun düşlerimin daimi konuğu
Arkadan vurdu gecenin karanlığını evlat edinen kalp ağrısı
Bana kapalıdır hep bana sığınak gözlerinin kapısı

Mümkün değil diyebileceğim kadar çirkin içimdeki çiçekler
Ruhum en çok asaya biat etmiş Kızıldeniz kadar isyankâr
Bir rastlantıya borçlu olduğum arsız bir hüznün izdüşümü
Afyon bakışlı gözlerin kadar varoluş acısına derman

Kabuk



Bir bulut aklar içimizdeki soysuz yağmuru
Tebessümün hariç her şey bulanık gelir

Nasıl da zincirledi beni yokluğuna
Suretin, hiç bir bakışın eskitemediği

Yokluguna öyküler dizen geceye sığındım iz bırakmadan
Bakışlarında bir dayanak aradım yitişine

Harfleri örtersin üstüne buruk sessizliğin
Özlem, artık kabullenmesi en zor eylemim

İpin Ucunda



Kelimelerin, afaki bir yılgınlığı 
Korkunç bir gerçekliğe dönüştürüyor
Görünen tek imge terkedişiydi bu gerçekliğin
Hangi ipe assak kendimizi kopuyor
Bize ait değilmiş gibi görünen yaralar 
Alacakaranlığa mahkum ediyor
Tükenmişliğin sınırı 
Bir adım ötede duruyor
Ruhumda bir nehir gizliymiş 
Boğulurken fark ediyorum