Postmodern bir
yanılgının içine doğmuş, gölgesiyle kapışan bir tutunamayan olarak vazgeçiyorum
öncüllerimden. Önümde dört tane yol var ve hepsi bana eşit mesafede. İlk kez
mesafelerin hepsi eş anlamlı benim için. Bu aslında, kaotik insan yığınlarının
sistemsizliği içinde durağan temelleri eşitleme zorunluluğundan başka bir şey
değil. Mutlakıyetin boşlukta sürüklenen yankıları umutla birleştiği zaman
çekilen acı postmodern bünyemde tahribatlara yol açıyor. Sınırsızlıkların
içinde yaşanması pekte tuhaf olmayan tüm pişmanlıkların gölgesinde dinlenmekmiş
sanırım bizi biraz huzurlu kılacak tek çare. Hayatıma sinen hiçliği ve
başkaldıran umursamazlığı ehlileştirmeye çalışmak olası bir iç çatışmadan
kaçmanın yegâne yolu gibi görünüyor… Kavramlar arası sınırları kaldıralı çok
uzun süre oldu ve sırf bu yüzden bana yaklaşan her insan bazen sekülerlik,
bazen evrensellik ve bazen de yerelliğe bulanmış bilgi aktarımı kisvesi altında
kendimi onlarla var ettiğim dallarımı budayan bir bahçıvan edasında … iyi
yoktu, kötü de yoktu hatta doğru ve yanlış bile yoktu sadece birbirine açılan
milyarlarca pencere… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha uzun, ne daha kısa…
Kendimi
tanıyamamak kendime dört elle sarılıp kendimi tanıma isteğimi bile canlı
tutamıyor artık.. İçimden birinin haklılığından midemin bulandığı gün kendime
daha çok sarılacağım.. Çoğul doğum ve çoğul ölüm arasında giden, rüyadan bir
yoldur artık yürümeye takatimizin olmadığı… Toplum içerisinde “Bir”e en yakın olan, en
dışlananımızdı.. Sonsuz ile bütünleşen kişilikler, kesinlikle toplum denen
olgunun artıklarıydı… Artıktık.. Düşüncenin şimdinin artığı olduğu gibi…
Yok oluşu
yadsıyarak kendini avutan insanlardan olamadım ben… Çok kolay değildi
öğretilmiş dayanaklara gözü kapalı sarılmak… Eğer uyanık kalırsam.. Yani fark edecek
kadar uyanık kalırsam… Sonsuz düşüm kati bir gerçeğe mi dönüşür? Ilık bir düş
serpintisinden içimize damlayan gerçek kimin gerçeği olur? Gerçeği geçmiş mi
yaratır yoksa biz geçmişi gerçeğe göre eğip bükebilir miyiz? Aslında hayatı
ıskalayamayacak kadar kaygıdan uzak ‘orada-olma’ mefhumuyla yaşayacağımız şimdi
geçmişe ihtiyaç duymayabilirdi… Dolayısıyla gerçeklik bizde refleks haline
gelen geçmiş tandanslı bir olgu olmak zorunda değil.. Peki ya ıskaladığımız
şimdiler? Evrensel gerçeklik?? Sanırım kafayı kaldırıp farkında olduğumuz güne
kadar geçen süre içerisinde debelendiğimiz derin kuyuyu bilmek ve yeterince
tanımaktır insanın kendisini tanıması ve bu durum gerçeklikten ziyade bir kurgu
üzerinden yürür…
İllüzyon!!
İllüzyon!!
Bakışlar
arkasına gizlediğimiz Tanrılar ölmeliydi belki de…
İnsanın
yazgısıdır salt acı, varoluşla süregelen… Kendimizle aramızdaki bütün köprüler
yıkık.. Biçim değiştiren sanrılarımız korkularımızı bir nebze olsun dindiriyor…
Usulsüz adımladığımız bir yol bizimkisi… Ben aştığım yol kadardım.. Ne daha
uzun, ne daha kısa…