27 Temmuz 2012 Cuma

Bir Delinin Akıl Defteri





 


Genç adam akşamdan kalma bir vaziyette üstü çıplak altında siyah-beyaz damalı bir pijamayla eskiciden aldığı bir yatak üzerinde uzanmış vaziyetteydi. Yarı realite yarı düş içinde gibi hissediyordu kendini. Yanlışlık nerde bilemiyordu. Yorgun görünüyordu yatağında. Birden gözleri açıldı. Rüyasında neyle savaşmışsa onu hırpalamışa benziyordu. Sol gözünden yanağına süzülen 3 damla yaş beliriyordu soluk yüzünün üstünde. Doğruldu, ayağa kalktı. İlk yaptığı iş taş sobasını yakmak oldu. Odun ve kömürler tutuşturduktan sonra kendine kahve yaptı ve sabah kahvaltısı olarak ilk cigaralığını sardı. Karşılıklı duvarları mavi ve kırmızıya boyanmış yüksek tavanlı eski bir odaydı kaldığı. Sobanın hemen yanında bulunan kısa kırmızı duvarın üstünde eskiciden aldığı sahte “Dali’nin Yel Değirmeni” tablosuna ilişti gözü, histerisine engel olamadı, aniden ayağa kalktı. Tabloyu duvardan aldı ve kapağı açık sobanın önüne elinde tabloyla oturdu tekrar. Bir süre ateşi seyrettikten sonra çerçevenin içindeki resmi çıkardı ve hayatında ilk kez yarışmaktan kaçtığı, düzenine bir türlü alışamadığı, midesinin bulandığı insan yığınlarına bir şey ispatlamak ister bir halde resmi sobaya attı. Resmin yanmasını seyretti, cigaralık ve kahvesini yavaş yavaş içti. Elinde sadece çerçeve ve yüzünde acı bir gülümsemeyle karışık bir zafer ifadesi vardı. Ayağa kalktı, hayatında ilk kez kendini kendisine bu kadar yakın hissediyordu. Çerçeveyi kafasına geçirdi kendinden başka güzellik yokmuş gibi. Çıplak olan üstüne nihayetinde bir şeyler giymek geldi aklına. Yine siyah beyaz damalı olan pijama üstünü geçirdi sırtına ve dışarıya çıktı. Usul usul dört kat merdiven indi. İnsanlara olmasa da kendisine kendisinin güzel olduğunu ispatlamıştı. Sokak boyunca yürüdü. Metroya bindi hayvanat bahçesi durağında indi kafasında çerçeveyle, insanlara bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Hızlı adımlarla saatlerce yürüdü. Nihayetinde özel bir sokağa geldi. Sokak ikinci dünya savaşı sırasında ölenlerin anısına düzenlenmiş çıkmaz bir sokaktı, yolun bittiği tarafta kaldırım taşlarından bir gözyaşı figürü yapılmıştı. Ayakları onu o sokağa sürüklemiş gibiydi. Histerik bir biçimde çerçeveyi kafasından çıkararak gözyaşının bulunduğu yerde ki ufak bir duvar parçasında kırdı çerçevenin yarısını, kendisini durduramıyordu. Attı kendini sokağın dışına. Biraz daha ilerledikten sonra elinde kalan çerçevenin iki kenarıyla savaşın götürdüğü güzelliğinin yarısına rağmen bir şeyler yapabileceğini ispatlamak ister gibiydi. Meydanın ortasına oturdu ve elinde kalan çerçevenin iki kenarıyla bildiği bütün geometrik figürleri yaptı. İkiye ayırdığı kalan iki kenarın birisini meydana bıraktı. Ayağa kalktı, savaşın kırdığı güzelliği kurtardım der gibiydi ama işi bitmemişti daha biraz daha ilerledi. Aç olmanın, yorgunluğun ve cigaralığın etkisiyle vücudu onu taşıyamaz hala gelmişti. Elinde kalan son parçayla bir telefon kulübesine yaklaştı ve kalan parçayı telefon kulübesinin üzerine bırakarak oradan uzaklaştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder