25 Temmuz 2015 Cumartesi

Öz



Hiçliğin soğuk yüzü
Dokunurken parçalanmış düşlerimizin küçük kırıklarına
Kaybettik yönümüzü
İzafi hakikati ararken anlamsız güzün koynunda
Arka sokaklarımızın sonunda
Fısıldandı ruhumuza tüm yarım bıraktıklarımız
Gevşek yapmış yazgının sahibi ilmeklerimizi
Takip ettik gece çalan ıslık sesini

Duvarlarımız tebessüm etti…

24 Temmuz 2015 Cuma

Café Müller


Tanrıyı ötekiledik… İnsanın ötekisi... Öznelliğini inkâr ettik… Yetmedi onu sahip olduklarıyla tanımladık… Ya ifa edilen şeylerin bilincinde olmak onu belleğimizin bir parçası haline getirirse?  Kim bilir belki de rasyonel insan ayağı daha az takılan insandı?

Yağmurlu bir günde toprak kokusuna karışmış nergis kokusu çekiyordu bizi, nergisin kendisi değil... Anlayamaz oldu dilimizi cinsiyetler… Kırılgan olmamalıydık, devrilmeliydi önümüze çıkan sandalyeler…

İkilem yoktu hayatta sadece geçmişten bugüne bir çığ gibi üstümüze gelen ve karşılıklı deştiğimiz varoluş sancısı hâlbuki karşı karşıya durmaktansa yan yana durup becerebilirdik birbirimizi kanatmamayı… Kimliksizleşebilirdik.

Dünya’nın trajik gölgesi düştü bilinçlerimize…

Kendimize ihanet ettik…

Bedenlerimizi sevdik…

Tehditkâr totemlerdik hepimiz…

Ve…

Bir bavul dolusu anlamlılık kaldı elimizde…

Sonra dahil olduk dedik, yalan söyledik sonra, yaşadık dedik..

Dedicated to Pina Bausch

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Yalın




Ruhun gerçekliği içerisinde kendi yolumuzu bulma zamanı geldi… Bu boşluğu hemen kendimiz olarak tanımlamalıyız… Siyah provasında hayatın görürüz ışığı beraber, haberleşiriz gölgelerimizle… Ama uçulduğu sürece ümit de vardı hiçbirinin yüzleşemeyeceği kadar büyük...

Yol üstünde ne göreceğini yoldayken öğrenir insan, ufak ayrıntılar belirler hayallerinin akışını tıpkı ufak sapakların yönünü belirlediği gibi… Garip ve dokunaklı bir hüzün oturur tabureye, kan damlayan sessizlik olur hikâyesi olmayan bir yolda…

 İdeal olan mutlu olmak aslında anlaşılmak değil ancak hayata karışan varlıklar olduğumuz kabulü üzerinden hareket edersek algıların kapanıklığı ve koşullu duygudaşlık derin bir yalnızlığı doğuruyordu… Münzevi bir hayat yaşanılmayacağına göre dengeyi bir şekilde sağlamak gerekir… Belki bazı şeyleri feda etmekten geçiyordur yaşam...

Çıldırtıcı bir sessizlik pencereden dışarı bakar, kargalar kelebekleri kıskanır… En çok gözlerindeki hüznü severim ben… Ve insana evsiz olduğunu unutturan gamzelerini…

Ve…

Bir yalnızlık kalır elimizde…

Sonra aynayla konuşuruz, yalan söyleriz sonra, kalabalığız deriz… 

21 Temmuz 2015 Salı

Çizgisel Bilinç



Her geçen gün gerçekliğini kaybediyor hüzne sığdırdığım küfürler…  Küçük bir Frida yaşıyor gözlerimde… İçimden soğuk nehirler geçiyor… Çevrede uçuşan hayaller tutsak ediyor hasta bilincimi… Tanrı beni duyamayacak kadar yükseklerde, hayat ise bir erk biçimi…

Zaman ve mekân mefhumu siliniyor git gide, iki düşünce arasındaki kanyon oluyorum... Bazen de çürüyen bir ağacın muğlak kökleri… Hayatın yorgun çığlıklarını dinlemek umutsuz bir kapana dönüşüyor varoluş mucizesi içinde… 

Büyüttüğüm bir bitkidir artık ölüm, susuz yalnızlık gibi sarar gövdemizi…  Yalnızlık reddidir birazda… Rutin,  dingin kişisel bir uçurum oluverir, baştan yazar Tanrı oyunu…

Getirir insan kendi suretini gözünün önüne, başlar sonra gökyüzünden beslenmeye… Çalışır kazanmaya inişten önceki mükemmeliyeti… Bilgi ırmağının kenarında heba olur zaman... Sıkıştıramaz kimseyi doğru zamanın içindeki bir dilimin içine…

Her şey vakti geldiğinde olur, tek kutsal “korkudur” der ve üfler muhteşem neyzen batın efendi… 

Ve…

Birkaç hakikat kalır elimizde...


Sonra anlayış denizine atarız kendimizi,  yalan söyleriz sonra,  boğulmadık deriz… 

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Neva



Biri ışıkları kapatabilir mi artık?

Sırt çantamda düşlenilmekten ölmüş dişi kuşlar var ama bilirsin yaşam payını alıyordu penceresine düşen yağmurdan… Kim bilir hangi kalabalıklara karışıp ne kadar düşleniyorsun şu an… Ölümüne sebep oluyorsun başka dişi kuşların istemsiz… Bilsen kaç düş gömdüğümü senden sonra, üzülürsün sesimin gökyüzüne ulaşmayışına…


Yeryüzünün yaşayan tüm varlıklarının sonsuz yalnızlığının, açık ve seçik özünü tırmalamasına sebep uçsuz bucaksız aydınlığı arasında var olmaya çalışan gökkuşağı kadar ümit vaat ediciydi tenin…


Tarifsiz hevesler içinde karaladığımız tüm satırlar buluştukları yerde huzur bulsunlar diye koruduğumuz sükûnetimizi kollamak zorundaydık, işte bu noktada tüm kaçınılmaz çatlak sesleri duymayı unutup kulak vereceğimiz yer gene kendi parmaklarımızdan dökülen seçilmiş gözyaşları ile anlaşılmaktan başka kaygısı olmayan bir hikâyeci olmalıydı…


Ama biliyorsun sonsuz değil zaman, içindeki tırtılların kelebeğe dönüşmesini bekleyecek kadar. O zaman anlatırsın perdeyi aralamadan;


Kişiliği eti üzerindeki deri, vicdanı derisi altına gizli, bir şizofrenin çektiği tanrısal acıdır yaşanan…


Ve…


Beceriksiz narsist bir duruş kalır elimizde…


Sonra ateşe veririz kendimizi… Yalan söyleriz sonra, yanmadık deriz…

19 Temmuz 2015 Pazar

Koridor



Hamaldan bozma İkinci el bir koleksiyoncuydu kendi, ikinci el sebepler biriktirmiş… İçinden ona açılan pencereden izleniyordu biriktirdiği solmuş sanrılarına yağan naif yağmur.

Hiçbir düş yansımıyordu aynadan… Sanki her şey bizim için yazılmış kof bir masal, ardışık varlık örgüsüne atılmış bir başka anlamsız ilmek... Kokuşmuş birer masalız nihayetinde… Sen olmadan bu masal bir şeye benzemez sandım ya… Hayat bir anekdottan fazlası olmuyormuş sensiz…

Tanrı’ya karşı kürek çekmektir yaşam… Hep birlikte sürüldük… Dokun bana, sakla göçebeliğimi ruhunda ki vazgeçsin suç ortağım olmaktan o bakir nihilistik sanrı…

Gördükten sonra seni anlamsızlaştı Tanrı’nın neden kıyas kabul etmediği düşüncesi… Tekâmülün aşkın bir şey olduğuna karar verdi ruhum Zeus’a inat…

Boynu bükülmüş, kuralsız bir oyun içinde mahsur kaldık… Sattık ruhumuzu sonra ikinci el pazarında… Tam bir buçuk adet… Kafamız karıştı… Üşüdük…

O kırılgan sandıkları delinmez postumuzun altında kendimizden bir parça saklayabilirsek eğer güdemeyeceklerdir bizi...

Ve…

Yeşermiş sanrılar kalacak ellerimizde…


Sonra, sonra yalan söyledik, delirmedik dedik… 

18 Temmuz 2015 Cumartesi

İzafi Hakikat



Bir izafi hakikat bulduk sığınarak bilinmezliğimize… Korka korka atıyor adımlarını us dediğimiz kâbus… Raskolnikov utanıyor sebepsiz… Kendini yok sayınca varlığı seçip ortaya çıkaracak başka birisinin bulunması gerekiyor…

Rehber oluyor Kervankıran göç yollarında… Soğuk yerlere göçüyoruz sakar kuşlar gibi… Birbirini ispat edemeyecek kadar bağımsızdı her şey… Kederden içiyorduk bu izafi hakikate…  

Bir cigara içsek kim olurduk mesela… Ben Tristan sen Isolde? Olurdu bana yeryüzünün bütün suları iksir… Sarılınca sana, utanırdım üşümeye… Sevişmek bir okyanus üzerindeki şiire benzerdi, yalın, lirik ve derin…

Ve tek şahidi bendim bu izafi sevişmenin…

Kanatları kırpılmış kuşlar gibi bekliyoruz ardında kapının ancak kilitlemiş kapıyı beyaz tavşan… Oyuna geldik yine, küçüldü düşler… Aleyhime delil oluyor kendi pencerem… Hangi gölge daha izafi görünür penceremden? Hangi iz düş’üm daha dağınık?

Kırmızıya boyadı beni Alice... Halbuki renk körüydüm ben... “Kabuğun çok kalın” dedi kırmızı kraliçe…

Ve…

Bir sandık dolusu istihza kaldı elimizde…

Sonra, sonra utangaç bir bıçak dayadık gırtlağımıza, yalan söyledik sonra, korkmadık dedik…

16 Temmuz 2015 Perşembe

Fasıla II



Değ bana..İçinde kaybolduğum masal kırık parçalarımı yapıştıracak kadar anlatılmadı bana… Kimse kirletmedi beni kendimi duygularımla kirlettiğim kadar… Yüzleşemeyeceğim kadar yalnız, yüzleşmemek için daha çok sapan ve bu yüzden yüzleşmenin daha zor olduğu beni görün uçurumun kenarında. İtmeyin beni, itmeyin… Atlamak itilmekten yeğdir nasılsa…

Vazgeçmeliyim bakmaktan aynaya… Görmemeliyim omzu dikleşmiş gururu… Ama nasıl verilirdi yüz yirmi farklı sorunun her birine üçer farklı cevap… Nasıl tamamlanırdı çember?

Her yasta bir ümit var mıdır? Hastalıklı mı insan yoksa?

Kutsanmış akıllı kuklalardık, yarının bahçesi olan dünde asılı kaldık. Sahiplendik kimsesiz, soysuz kan kokusunu bizim olmayan bir yerde…

Düşmekten korkan bir kuş kadar özgüvensiz, uyuşmuş, uykulu beden miydi tahta sandıkta başlayan yolculuğa açlık yoksa sendeleyen cümleden çıkan anlamı mı fazla ciddiye aldık…?

Yol göstermeye çalışıyorum ruhuma bütün istikametler kuzey… Yürüyemiyorum yol uzun, güvenmem lazım teşrifatçının 6. hissine…

Ve...

Bir uçurum kaldı elimizde

Sonra, sonra kendimizi astık sokak lambasına, yalan söyledik sonra ölmedik dedik…

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Fasıla





Değme bana… İçinden yaşam akan gözlerim yok benim hala… Yıkık duvarlarımı gizlemek için astım bütün hüzünlerimi duvara…

Yedi ceddine sövecek pişmanlıklarım da olmadı benim… Koşullu değildi çünkü yaşamda hazır bulunma sebebim… Kaybedeceklerimiz kurduğumuz hayallerin gölgesinde beklesin azıcık… Kendime sorduklarım hayata soracaklarımın fazlası olsaydı ezilir miydim altında?

Milyonlarca değişkeni olan yaşam hakkında kesin yargılara, öngörülere varmak tuhaftı benim penceremde… İsterdim erozyona kurban gitsin üzerimdeki ölü toprağı… Ancak izin yapıyordu yağmur tanrısı ve bilmiyordum edecek tek dua…

Prag başka bir şehir artık diyorum sana. İlaçlamışlar… Gregor’un mezarını bulmaya çalışıyorum ağlamak için… Babam eşlik ediyor.  

Kimisi örterdi kusuru, kimisi görmezdi… Kusurun estetiğini görmeyi akıl edemedi insan… Yoksa buda mı estetikti?  

Verdik hayallerimizi rehine, başkası aldı… Birine göre iyi bir düşçü asla uyanmazdı…

Sokak lambasına asılı bir urgan kaldı elimizde.
Sonra, sonra kendimizi boşluğa atıp el salladık arkamızdan, yalan söyledik sonra, üzüldük dedik…